Rabbimiz bizlere nimetlerini sebepler perdesi arkasından veriyor. Bizlere vasıl olan bütün nimetler bir vasıtayla bizlere ulaşmaktadır. Dolayısıyla bütün nimetler doğrudan doğruya Mün’im-i hakiki olan Allah’tan gelmektedir. Fakat Allah nimetlerini bazı vasıtaları kullanarak bize ulaştırmaktadır. İşte o sebepler görünüşte nimetlerin sebepleri olarak görünürler fakat bütün vasıtalar tablacı hükmündedirler. 

    Nasıl ki çarşıda tablacılar aldıkları elma, armut ve kiraz gibi ürünleri tablaların üzerine koyarak satarlar. Görünüşte o mallar tablacının malı gibi görünür. Ama hakikatte o mallar onun değil başka bir yerden alarak bize getirirler. Aynen öylede bütün meyvedar ağaçlar, nimetlere vesile olan bütün hayvanlar ve bütün bostanlar ve tarlalar birer tablacı hükmündedir. Allah’ın onlara verdiği nimetlere tablacılık edip bize ulaştırıyorlar. Yani bize bir nevi elçilik ediyorlar.

     Padişah, fermanını veya hediyelerini kendi makamının büyüklüğünden dolayı kendisi raiyyetine götürmez. Fermanını ve hediyelerini bir elçi vasıtasıyla göndermek O’nun azametinin ve makamının gereğidir. Aynen öylede Allah, azamet, celal ve Kibriya sahibidir. Bundan dolayı meyveyi ağaca, hububatı toprağa, balı arıya vererek göndermiş. Ağaç, arı, inek, tavuk gibi varlıklar Rabbimizin elçileri ve tablacıları hükmündedirler. Onlar vasıta olup nimetler doğrudan doğruya Rabbimizden gelmektedir. Rabbimizin bize verdiği nimetlerin kıymetinin yüksek oluşu o nimetlerin o elçilerin malı olmadığına delildir.

     Bir bilim adamıyla üzüm ile ilgili bir sohbetimiz olmuştu. Ben bütün varlıkların tablacı hükmünde olduğunu söylemiştim. O’da bunu teyit eden bir ilmi çalışmayı benimle paylaştı. Dedi ki üzüm üzerine bir çalışma yaptım. Üzüm bağını inceledim. Üzümün bağlı olduğu sapa kadar ağacın öz suyu, fakat saptan meyveye üzümün o tatlı suyu nereden geliyor tespit edemiyoruz. Sapına kadar gelen su farklı üzümün suyu farklıdır. O vakit anladım ki bu üzümler ağacın malı değil ağaç bir tablacı, bir elçi ve sebep olarak Allah’ın nimetlerini bize getirip veriyor.

     Ben de dedim ki bütün meyvelerin içerdiği bütün özellikler ona sebep olan varlıklarda bulunmamaktadır. Nasıl ki ufukta dağ ile gökyüzü bitişik görünür. Ama dağdan gökyüzüne ne kadar mesafe varsa sebepler ile sebep olanlar arasında o kadar mesafe vardır. Bütün nimetler sebepleriyle bitişik görünür fakat arada dağlar kadar fark vardır. 

     Hem de dedim bu nimetlerin Allah’tan geldiğine delil meyvelerin içerdiği suların hiçbir kaynağının olmamasıdır. Karpuz suyu herhangi bir dağınmağarasından çıkmadığı gibi, portakal suyunun yeryüzünde kaynağı bulunmamaktadır. Demek ki Allah’ın kudretinden gelmektedir. Hiçten yoktan var ediliyor. Allah sebepler tahtında biz kullarına ihsan etmektedir.

    Nasıl ki tablacıya bir fiyat verip ürünleri alıyoruz, bu sebeplerde bir fiyat ister. İşte ağacın bakımı, sulaması, ilaçlaması bir fiyattır. Tavuğa yem, ineğe ot verilmesi onlara verilen bir fiyattır. Onlar da karşılığında kendilerinde bulunan emanet malları istifademize sunarlar.

    İşte Ramazan-ı şerifte müminler varlıkların sundukları nimetlere isteseler de el uzatamamaları gösteriyor ki o nimetler sebeplerin malı değil Allah’ın inam ve ikramıdır. Ramazan müminlere sebeplerin hiçbir tesirinin olmadığını ve doğrudan doğruya nimetlerin Allah’tan geldiğini yaşatarak öğretir. Ramazan orucu bize bunu ihtar ediyor ki tablacı hükmündeki sebeplere bir fiyat veriyoruz asıl mal sahibi olan Allah bizden o nimetlere mukabil şükür istemektedir.