İnsanlar farklı gruplara ayrılmaktadırlar. Bunlar mümin, münafık ve kâfir olmak üzere üç kısımdır. Münafıklar ve kâfirler zaten bahsimizden hariçtir. Meselemiz müminlerle ilgilidir. Müminler ise ibadetinde eksikleri olanlar sosyal hayatın yoğunluğu ya da tembellikle gaflete düşenler ve nefis cihetiyle mütemerrid yani inatçı olanlar olarak ikiye ayrılırlar. Zaten ibadetlerini hakkıyla eda edenler de bahsimizden hariçtirler. Onlarda ayrı bir kısımdır. Meselemiz gaflette olanlar ve mütemerridler (inatçılar) ile alakalıdır.

     Sosyal hayatın getirdiği ve insana yüklemiş olduğu ağır yükten dolayı geçici olarak Allah’a karşı vazifesini aksatan veya vazifesini her zaman odaklanamamaktan yani tembellikten meydana gelen gaflet insanı Allah’a karşı vazifelerinden alıkoymaktadır. Ayrıca nefsi emare cihetiyle meydana gelen inat ve temerrüt insanı vazifelerinden alıkoymaktadır.

     İşte Ramazan orucu en gafillere ve en mütemerridlere insanda hakikaten bulunan zaafını, aczini ve fakrını insana ihsas ediyor. Açlık vasıta olup midesini ve zayıf vücudunu düşünüyor. Kendisinin ne kadar merhamete muhtaç olduğunu hisseder. Zayıf vücudunun çürümeye ve dağılmaya ne derece müsait olduğunu düşünür. Kendisinin zayıf ve fakir olduğunu derk eder.

      Evet, insan acizdir ve zayıftır. Düşünün bir meyveyi bile icat etmekten aciziz. Bir meyvenin oluşması için kâinat çarklarının olması lazımdır. Yani dünya güneşin etrafında dönmeli ve mevsimler oluşmalıdır. Bir tek meyve de olsa bu kâinat çarklarının işlemesi lazımdır. İnsan ise bu yapılan icraatların milyonda birini yapamaz. Dolayısıyla insan acizdir ve zayıftır.

     Ayrıca insan fakirdir. Midemizin ihtiyaç dairesinde mevcut olan hiçbir şey onun elinde değildir. Haliyle bu koca kâinatı ve içindeki mahlûkatı idare edecek birine insan iltica etmeye ihtiyaç hisseder.

     Bir diğer husus nefsin kendisini beğenmesi ve ona bir enaniyet ve güç vermesi hususudur ki bu cihet insanı firavunluğa götüren inat ve temerrüt cihetidir. Kendisinde hakikaten bulunmayan fakat nefis cihetiyle kendinde bir güç ve iktidar tevehhüm etmektedir ki Allah muhafaza bu insanı dalalete sevk etmektedir.

     İşte Ramazan orucu açlık vasıtasıyla gaflette olanları ve temerrüt ehlini uyandırıyor. Nefs-i emmare cihetiyle bir hiç olduğunu ve daima Allah’a muhtaç olduğunu idrak ettiriyor. İşte insanın zayıf, aciz ve fakir olduğunu anlaması ve Allah’a iltica etmesi manevi bir şükür eliyle rahmet kapısını çalması demektir. Nasıl bir binanın dış kapısındaki zil düğmesine basarsınız, bununla şu manayı ifade etmiş olursunuz. Yani kapısını çaldığınız dairede oturanlar sizi duysunlar ve size kapıyı açsınlar. Yoksa siz ne kadar çalarsanız çalın birisi duymadıktan sonra kapıyı size kimse açamaz. Rahmet kapısı ancak aczini ve fakrını hissederek bir manevi şükür eliyle o kapıyı çalanlara açılır.

     İşte hakiki şükür eliyle rahmet kapısını çalmak zaaf, acz ve fakrını hissetmekle olur. Bu da Ramazan orucuyla mümkün olmaktadır. Zayıf bedeni ne kadar rahmete muhtaç olduğunu açlıkla hisseder gaflette ise uyanır. inatta ise silkinir kendine gelir. rahmet kapısını çalmaya başlar ve merhamete mazhar olur.