Bediüzzaman Hazretleri 33. Söz adlı risalesinde,insanla alakalı bir bölümde insanın üç cihetle Allah’ın ayinesi olduğunu ifade eder.birincisi kendisi üzerinde görünen ve tezahür eden Allah’ın Esma-ül Hüsnasınaayna olmak cihetiyle ayinedir. Yani Allah’ın isimleri insanda tecelli edip nakışlarını göstermektedir.

    Mesela Allah’ın Mukaddir ismi insanda görünür.İnsanın ruhunun hanesi hükmünde bulunan cesedinin şeklinin Mukaddir ismiyle takdir eder. İki elimizin, iki gözümüzün ve iki kulağımızın en uygun yerlerde olması ve güzelce takdir edilmesi Mukaddir ismini gösterir.Mesela hâkim ismi insanda tecelli edip görünür. İşteHâkim ismi insana tecelli ettiğinde insanın cihazatlarınıen faydalı ve hikmetli bir şekilde tanzim edip yerleştirir.Düşünün ki insandaki bütün organların ve cihazların yerleri, olması gerekli olan en güzel yerlere bir fayda ve bir hikmet gözetilerek yerleştirilmiştir.  

     Mesela gözümüz kafamızın arkasında olmuş olsaydıkaşığı ağzımıza götürdüğümüzde önce arkadaki gözlerimize gösterir sonra ağzımızın yerini arayıp ağzımıza lokmayı koyacaktık. fakat Allah hakim ismiyle bütün cihazat ve azalarımızı yerli yerinde ve insan için bir fayda ve menfaat gözeterek yerleştirmiştir.

    İkincisi Allah’ın insan üzerine koymuş olduğu numuneler cihetiyle ayna olmasıdır. mesela insanda işitme duygusu var. bu cihetle Allahın işitici sıfatı olan sem ’ine ayinedir. insanda görme duygusu var. bu cihetle Allah’ın basar sıfatına yani görme sıfatına aynadır.

     Burada şöyle bir mana akla gelmektedir. insanda bulunan numuneler Allah’ta bulunan hakikatlerenumunedir. yani insanda gözü yaratan elbette görüyor ve basar sahibidir. insana işitme duygusunu kim vermişse elbette veren zatta işitiyor ve Sem’idır.dolayısıyla materyalist felsefenin iddia ettiği varlıkları tabiat yaratmıştır. Her şey tabiat iktiza ettiği için var olmuştur iddiası bir kuru safsatadan ibarettir. Zira Kuran’ın akledin, düşünün, tefekkür edin emri gereğince biz insanların bahusus müslümanların iddia edilen meseleleri akıl terazisi ile tarttıktan sonra inanmamız icap eder.

    Dolayısıyla gözü verenin görmemesi, kulağı verenin işitmemesi ve konuşmayı verenin konuşmaması mümkün değildir. Elbette insan, Allah’ın ayinesidir. Allah görüyor, işitiyor ve tekellüm ediyor ki insanı yaratarak, kendisine de ayna kılarak insana göz, kulak ve dil vermiştir. Nitekim materyalist felsefenin, yani tabiata tapanların ne kadar akıldan uzaklaştığı bu meseleden anlaşılmaktadır. Çünkü konuşan, gören ve işiten bir varlık olan insanın hissiz, şuursuz, kör ve sağır olan tabiatın icadı olması aklın kanunlarının haricinde bir uydurmadır. Aklın dairesinin haricinde kuru bir safsatadır.

     Üçüncüsü ise insanda bulunan noksan sıfatlar cihetiyle Allah’ın ayinesi olmasıdır. Mesela insan acizdir. Bu cihetle Allah’ın kudretinin ayinesidir. Çünkü insan aciz, Allah ise mutlak bir kudret sahibidir. Meselainsan fakirdir. Fakat Allah nihayetsiz servet sahibi,tükenmez hazinelere maliktir. Bu cihetle insan fakir, fakat Allah nihayetsiz servet sahibidir.

    Aynen bunun gibi insanda bulunmayan bir sıfatta Samediyet sıfatıdır. Samediyet, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacının olmadığını ifade eden bir sıfattır. Dolayısıyla Allah Samed’tir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. İnsan ise her şey muhtaçtır. Öyle ise insan Samediyet ’in tecellisine nihayet derecede muhtaçtır. O halde insan Samet olan Allah’a bir aynadır. Samediyet insana tecelli etmektedir. Çünkü Allah hiçbir şeye muhtaç değil, insan ise her şeye muhtaçtır. Sair vakitlerde de insan Samediyet’e muhtaçtır ama ramazan orucu vasıtasıyladaha çok muhtaç olduğunu anlar. İşte insanın her şeye muhtaç olduğunun şuuruna varması da Samediyetin bir nevi tecellisidir.

    İnsan yeryüzünün halifesi ve en mükerrem varlığı olduğundan ihtiyaç dairesi sair varlıklara göre çok fazladır. Bütün varlıklar şu dünya hanında Allah’ın bir nevi misafiridirler. Misafir olduğumuz bu dünya hanında her varlığın bir ihtiyaç dairesi vardır. İşte o misafirler içinde insan dairesi ile hayvanlar ve bitkiler dairesi birbiriyle kıyaslandığında insanın sofrasının dairesi çok geniştir. İnsanın Sofrasının genişliği ve nimetlerinin çeşitliliği insanı diğer varlıklara göre daha çok muhtaç hale getirmiştir. Diğer varlıklar insanın sofrası gözün önüne getirildiğinde insanın ihtiyaç dairesi ortaya çıkar. İnsan en üstün varlık olmasından dolayı daha çok nimetlere nail olmuştur. Bu sırdan dolayı ihtiyaç dairesi genişlemiştir.

    İşte mümin imanın gereği olarak alakadar olduğu bütün dairelerin şükrünü eda etmek zorundadır. Çünkünimetlerin insana ulaşması bir vakıadır. Vukuat ise şükre tabidir. İnsana vasıl olan nimetler hep vukuattır,şükür ister. İnsana ulaşmayan nimetler ise imkanattır. İmkanat ise yok hükmündedir. Yok, hükmünde olan bir şeyde de mesuliyet olmadığından insan şükür ile mükellef değildir.

     İnsanın Samediyet’e muhtaç olduğunu idrak etmesi ve şükür etmesi İnsanı Samediyet’e hakiki bir ayinehükmüne getirir. İşte ramazan ayındaki oruç vasıtasıylainsan, zayıf bedeninin ne derece Samediyetin tecellisine muhtaç olduğunu hissetmesi ve bu manayı idrak etmesi orucun faydalarındandır. Samediyetin tecellisini vekendinde tezahürünü bilmesi ve hissetmesi ile insan savmı (orucuyla) ile Samediyet’e ayine hükmüne geçer.Yani insan oruç vasıtasıyla her şeye muhtaç olur. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir. İşte insan her şey muhtaç olmadaki noksan sıfatıyla, Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığı Samediyet sıfatına ayna hükmüne geçer. bu manayı oruç ayinesinde gösterir.