Covid-19 Pandemisinin dünyayı sardığı günlerde insanlığın birçok davranışı değiştiği gibi eğitim ortamları da değişti. Eğitim artık neredeyse ailenin tek başına yüklendiği bir konu haline geldi. Pedagojik formasyon alan herkesin ilk öğrendiği ders; eğitimin olmazsa olmaz üç sacayağından oluştuğudur. Bunlar; öğretmen (okul), aile ve çevre( toplum) dir. Eğitim konusunda tüm otoriteler bu üç sacayağından birinin eksik olması durumunda bireyin istenen davranışları edinmede eksik kalacağını ifade etmektedirler. Ankara Üniversitesi yayınlarından çıkan Eğitim Sosyolojisi kitabında Mahmut Tezcan eğitim sosyolojisine ve gençlik, okul ve sınıfa ilişkin görüşlere yer vermektedir. Mehmet Şişman ise Eğitim Bilimine Giriş adlı eserinde eğitimi çeşitli yönleri ile ele almakta, eğitimin sosyal, hukuki, ekonomik, felsefi, psikolojik temellerini ele almaktadır. Bu çalışmasında Mehmet Şişman eğitimin planlı ve işbirliğine dayalı bir faaliyet olması gerektiğini ifade etmektedir.

            Eğitim üzerine yapılan akademik çalışmalar incelendiğinde okulsuz bir eğitimin olamayacağı ifade edilmektedir. Aykırı bir ses olarak İvan ILLICH “Okulsuz Toplum” isimli eserinde okulun bireyleri işlevsizleştirdiğini, yeteneklerini körelttiğini, devletlerin kendi politikaların uygun vatandaş yetiştirme aparatı olarak eğitimi kullandıklarını iddia etmektedir. Yine İvan ILLICH gibi okula karşı olan bir diğer düşünür de George Bernard SHAW dır ki kendisi alkolik bir babanın olduğu fakir bir ailede doğmuş olup 15 yaşında okulu terk etmek zorunda kalmıştır. Annesi ile beraber babasını terk ederek Dublinden (İrlanda) Londraya (İngiltere) gider. Bu girizgahın sebebi okulu gereksiz gören kişileri azıcık da olsa tanıtabilmektir. Ama bu ikisi dışında eğitimde okulun ve öğretmenin rolünü yadsıyan, önemsiz gören başka da bir düşünürü, en azından ben bilmiyorum. Bunun aksine eğitimin planlı, programlı, disiplinler arası işbirliğini önemseyen ve yukarda belirttiğim üç sacayağının işbirliği ile yürütülmesi gereken bir faaliyet olduğu konusunda sayısız kitap yazılmıştır.

              Her şeyden önce şu hakkı teslim etmek lazımdır ki Türkiye bu süreçte korona ile her alanda olduğu gibi eğitim alanında da dünyaya örnek olacak şekilde mücadele etmiş, öğrencilerin eğitimden mahrum kalmamaları için birçok tedbir almıştır. Bu tedbirlere benzer dahi olsa, dünyanın bir çok ülkesinde eğitim alanında bu kadar fedakarlık yapıldığına şahit olmadık. Türkiye’nin eğitim alanında başlattığı evde eğitim, eba canlı dersler, 8 gb a kadar bedava internet sağlamak, eba akademi gibi uygulamalar tıpkı sağlık alanındaki uygulamalar gibi dünyaya örnek oluşturacak ve gıpta edilecek uygulamalardır. Bu süreçte hiçbir öğretmenin mağdur edilmemesi, ücretlerinin tam olarak ödenmesi de işin güzel taraflarından biri olmuştur. Buna karşılık öğretmenler de vefa sosyal destek gruplarında görev alarak, canlı dersler vererek, eba platformunda öğrencilerine materyal sağlayarak eğitimdeki rollerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Çeşitli platformları kullanarak öğrencilerine ulaşmaya çalışan, soru gönderen öğrencisine gece yarısı da olsa “müsait misin seni arayıp açıklayayım” diyen öğretmenler de unutulmayacaktır.

            İlk günlerde öğrenciler tv karşısında evde üzerinde okul kıyafeti olmadan ders dinlemeyi, ödev almayı her ne kadar iyi karşılamışlarsa da bunun sınıfın candan sıcak ortamına benzemediği çok geçmeden anlaşılmıştır. Tv den hep beraber izlediğimiz ve gözlerimizin dolmasına sebep o küçük kızın soruya verdiği cevap sonrasında “öğretmenim beni duyuyor mu” cümlesi ancak öğretmen ile çocuk arasında kurulan gönül bağı ile açıklanabilir. TV. den de olsa aralarında sevgi bağını oluşturabilmek her mesleğe nasip olacak bir şey değildir. 

             Veliler açısından da öğrencinin neleri hangi zamanda öğrenmesi gerektiği, öğrenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğini nasıl kontrol edeceklerini bilememeleri sorun olmaya başlamıştır. Bu pratik bile öğretmenin, okulun işlevinin anlaşılması açısından yeterlidir. Eğitim ile ilgili işlerin planlı ve belirli amaçlara ulaşmayı hedeflemesi özelliği nedeniyle daima öğretmene ihtiyaç duyulacaktır. Ekrandan verilen eğitim bu süreçte eksiklikleri tamamlamaya yönelik olsa da öğrencinin belirlenen hedeflere ulaşıp ulaşmadığını ölçememektedir.

               Peki bundan sonra okula bakışımız değişecek mi?Benim çevremden edindiğim izlenim bu süreçte öğrencisini gözlemleyen tüm veliler öğretmen ve sınıf ortamının bir an önce açılmasını dört gözle beklemektedirler. Ama eğitim camiası da toplumdan bundan sonra daha çok işbirliği beklemektedir.

               Yaratılmışlar içerisinde en mükemmeli olan ve geliştirilebilir birçok yetenekle donatılarak dünyaya gelen insanoğlunun yeteneklerini keşfetmesi, kendisinin ve insanlığın faydasına kullanabilmesi için eğitim şart olduğu gibi çocuğun eğitiminde de aile, okul, çevre üçlü sacayağının işbirliği de o kadar gereklidir. Aileler, okulu öğrencinin günün belirli saatlerinde evde olmadığı dolayısıyla yaramazlık yaparak kendilerini rahatsız etmediği bir yer olarak değil; çocuklarının yeteneklerinin ortaya çıkarılması için işbirliği yapılması gereken kurumlar olarak görmelidirler.