Çok kısa bir sürede dünyaya yayılan ve adeta şehirleri esir alan covid-19 virüsü saklanamayacak derecede yaygınlaşmış bulunmaktadır. Bu virüsün ortaya çıkışı ve yayılması konusunda çeşitli tevatürler dolaşsa da kanaatimce içimize bakışımızı değerlendirmemiz gereken yönü daha önemlidir.

Virüsün laboratuvar ortamında üretildiği, gelişmiş ülkeler tarafından nüfus azaltmada kullanılacağı, çünkü batılı ( burada batılıdan kastın gelişmiş ve dünyanın kaynaklarını pervasızca kullanan ülkeler olduğu unutulmamalıdır.) ülkeler tarafından özelikle yayılmasının sağlandığı iddiaları özellikle ilk günlerde gündemi oldukça meşgul etmiştir.

Virüsün biyolojik silah olarak kullanıldığı iddiaları da yabana atılmayacak derecede kendine yer bulmuştur. Tabii ki tüm dünyayı etkileyen bu tür hastalıklar yaygınlaştığında komplo teorileri de hızla yayılmaktadır. Komplo teorilerinin gerçek olup olmadıkları elbette belli bir zaman geçtikten sonra anlaşılacaktır.

1346-1353 yılları arasında görülen, Osmanlıların “Taun” Avrupalıların “Kara Ölüm” dedikleri “Veba” nın, Tatarlar tarafından Cenevizlileri cezalandırmak için vebalı cesetleri mancınıkla onların gemilerine attıkları, Cenevizlilerin bu cesetleri hemen denize atsalar da hastalığı Avrupa’ya taşıdıkları ve 100 milyon insanın bu salgından öldüğü en çok bilinen hikayedir. Şunu da belirtmek lazım ki o tarihte de vebadan en az etkilenen yer Anadolu idi.

Avrupalı zenginler kır evlerine kaçıyor, şehirleri terk ediyorlardı. İşi garantiye almak için de evlerine bir fakir yerleştiriyorlardı. Döndüklerinde o kişi ölmüş ise vebanın olduğunu tespit etmiş oluyorlardı!

Koronavirüs salgının yaygınlaşması üzerine meraklılar tarihteki benzer hastalıklara, komployu sevenler de emperyal devletlerin bunu yaymış olabilecekleri komplo teorilerine, Avrupalıları eleştirmek için fırsat kollayanlar da Avrupalıların tahareti bilmediklerine vurgu yapmaya başladılar. Avrupalıların veba sayesinde banyoyu, bu virüs sayesinde de abdest almayı öğrendiklerini yazıp çizenler bile oldu. Bunların hepsine saygı duyuyorum hepsinin de geçerlilik payı vardır ve hiçbir şey tesadüf değildir.

Salgın hastalıklar tarihin her döneminde olmuştur. Bilinen en eski veba salgını M.Ö. 1650’de Mısır’da görüldü. Kral II. Murşili döneminde M.Ö. 1300’lerde Hititler de veba salgınından zarar gördü. Akadlardan ( M.Ö.800-612) kalan ve insanları vebadan koruyacağına inanılan bir nazarlık İngiltere’de British Museumdadır.

Atina’da M.Ö. 430’da başlayan veba salgını binlerce ölüme neden oldu. Salgın, Habeşistan’dan Mısır ve Libya’ya oradan da Atina’ya sıçramıştı. Bizans döneminde M.S. 541’de başlayan ve Jüstinyen Vebası olarak bilinen salgın, milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuştu. Yüz yıl sonra Filistin’deki salgında binlerce kişi öldü.

Moskova’da 1770’teki salgında hastalar karantinaya alındı ve dışarı çıkmaları yasaklandı.

Japonlar 1940’ta Çin şehirlerine, savaş uçaklarından veba mikrobu taşıyan pireler atmıştı.

Bu listeye tarihte yaşanmış diğer salgın hastalıklar da eklenebilir. Ancak bu hastalıktan almamız gereken dersler vardır. Kendi içimize bakacak olursak; Toplumumuzun medeniyetinin kendine yüklemiş olduğu daha doğrusu kazandırması gereken erdemlerin çoğunu kaybettiği görülmektedir. Karaborsacılık yapanlar normal zamanda 10-11 tl olan kolonya şişesini 24-25 tl ye satan esnaf hangi medeniyete mensuptur acaba. Temel ihtiyaç maddelerini stoklayıp ellerini sıvazlayarak ne kadar kar edeceğini hesaplayan insanlar bu virüsten daha tehlikeli insanlardır.

Dilim söylemeye varmasa da, teyide muhtaç olsa da (Çünkü maalesef sosyal medyada karşı mahalleyi karalamak için bu durumu fırsat olarak kullanan ve tezviratı bilinçli yayan kesimler olduğu herkesin malumudur.) ibadet maksadı ile umreden dönen aslında kendi istekleri ile kendilerini tecrit etmesi gereken insanların 14 gün kuralına uymamak için kaçışmalarına da şahit olduk. Bu insanlar eğer kendilerinde varsa hastalığı başka kişiler bulaştırdıklarında acaba ne hissedeceklerdir.

Elbette ülkemizde dünyaya örnek olan çalışmalar yapılmakta ve tedbirler alınmaktadır. Devletin her kurumu tam bir sorumluluk içinde hareket etmektedir. Vatandaş olarak bize düşen ise belirtilen direktiflere uymaktır. Dünyanın en medeni dediğimiz ülkeleri yaşlı insanlarına yatak vermeyip nüfusun belli kesimini gözden çıkarmışken, insanlar yalnız ölüyorken, çalışmaktan gözleri kan çanağına dönen bir sağlık bakanına ve fedakar bir sağlık camiasına sahip olayı nimet olarak görüp bize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz.

Herkes Sorumlu davranıp kişisel hijyen kurallarına riayet ederse, hastalığın yayılması engellenmezse de en aza indirilebilir. Bu salgından sonra hangi şirketlerin, ilaç devlerinin, ülkelerin kara geçecekleri çok da önemli değildir. Önemli olan erdemli ve sorumlu davranıp dayanışma ruhunu canlı tutmaktır. Elbette bu krizi fırsata çeviren açıkgözler olacaktır. Belki de bu virüs medeniyeti, teknolojiyi, paranın gücünü sorgulayacak yeni bir dünyaya kapı aralayacaktır. Benim şahsen beklentim bu virüsün tüm insanlığa insan olmanın gereklerini tekrar hatırlatmasıdır. 3-5 gün evlerinde sıcak ortamda bekleyemeyen insanların başlarına her gün bomba yağan Suriye’yi, yıllardır abluka altında olan Filistin’i hatırlamaları dileği ile…