Rivayet edilir ki Hz. Peygamber zamanında Ben-i Süleyman kabilesine zekat memuru olarak gönderilen İbnu’l-Utbiyye adındaki sahabi zekatı hazineye teslim etmeden önce bir kısmını ayırarak onun kendisine hediye olarak verildiğini ifade etmiştir.  
            Bu ayırmayı duyan Hz. Muhammed, bir hutbe irad ederek bu kişiyi isim vermeden sert bir şekilde eleştirmiş ve eğer kendisi kamu temsilcisi ( kamu iradesini kullanan bir bürokrat) olmasaydı insanların ona hediye vermeyi kabul etmeyeceklerini, bunun kendisi için ahirette büyük bir cezai karşılığının olacağını söylemiştir.  (Buhari/Sahih, Ahkâm, 24)   Başka bir Hadiste ise Hz. Muhammed, zekât memurlarına verilen hediyelerin devlet malına hıyanet olduğunu söylemiştir. (Ahmed. b. Hanbel/Müsned, V/424; Şevkâni, VII, 338)
           Kamu otoritesini kullananlara, insanlar, daime yakınlık duymak, şerrinden korunmak veya bir menfaat elde etmek için hediyeler veregelmişlerdir. Mesela Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Basra Valisi olan Ebu Musa El-Eşari Hz. Ömer’in eşine hediye göndermiş, Hz. Ömer; “ bunun, kendi nüfuzunun doğurduğu bir iltimas anlayışına yol açacağı endişesi ile sert bir şekilde eleştirmiş ve hediyeyi reddetmiştir. Hz. Ömer’in yaptığı şey nitelikli hırsızlığı önlemede sonraki tüm yöneticilerin kulağına altın küpe olacak nitelikte (M. Azimli, Hz. Ömer, Ank. 2019, s. 43) Yine o, Bahreyn valiliğine atadığı Ebu Hureyre’nin getirdiği malların çokluğunu görünce: “Ey Allah’ın düşmanı! Allah’ın malını mı çaldın?” deyince, Ebu Hureyre: “Ben Allah’ın düşmanının düşmanıyım” demiş; fakat Hz. Ömer, ona bir daha görev vermemiştir. (Azimli, Hz. Ömer, s. 58). Özetle İslam, adi hırsızlığı yasaklamış olduğu gibi; devlet dolayımı ile doğan nitelikli “Nüfuz Hırsızlığı”nı yasaklamıştır. Toplumumuzda ve hukukumuzda adi hırsızlığın bir cezai müeyyidesi vardır. Hz. Ömer’in dikkat çektiği nüfuz hırsızlığının tek başına bir cezai müeyyidesi olmamasına rağmen kamu vicdanında itibar kaybı ve yöneticilere duyulan güvenin sarsılması, vatandaşın kamuya olan güveninin sarsılması en büyük cezadır. Tabi bunun yanında toplumsal çürümeyi de beraberinde getirmekte, devlete ait olan her şey ganimet olarak görülmektedir. En basit hali ile evinde elektriğin boşa yanmaması için lüzumsuz elektrikleri söndüren vatandaşın aynı hassasiyeti kamuda göstermemesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
            İslam toplumunda Hz. Ömer döneminde başlayan uygulamaların yanında Nas ile de kamu malının korunması ve kamu görevlilerinin uyacakları etik kurallar belirlenmiştir. Şu ayetler bu konudadır. “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onun bir parçasını yetkililere aktarmayın.” (Bakara Suresi/188). 
“Yetimlerin (tüyü bitmemiş) mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir..”(Nisa Suresi/10). 
“Hırsızlık yapan erkek ve kadınların ellerini, -yaptıklarının cezası olarak- kesin.” (Maide Suresi/38).
          Koruma altında bulunan Beytü’l- Malden çalanın elinin kesilmemesi şüphede hadlerin(cezaların) düşmesinden dolayıdır. Fakihlere göre burada ortaklık sebebiyle mülkiyet şüphesi doğmaktadır. Ama bunun için de islam hukuku başka cezalar belirlemiştir. Fakat yazımızın konusu bu değildir.
           Esas itibari ile islam devleti yöneticiler için uygulamada etik ilkeler geliştirmiş ve uygulamaya koymuştur. Bazı ayet ve hadisleri yukarıda vermeye çalıştığımız bu uygulamaların uygulayıcı ve muhatabı olan insan faktörü işin renginin değişmesine sebep olmuştur. 
           Hz. Ömer, döneminde toprak ağalığı oluşmasın diye fethedilen yerlerde miri arazi uygulaması getirilmiş, İkta sistemini uygulamıştır. Abbasiler döneminde özel mülkiyet bir anlamda kaldırılarak tüm ülke Allah’ın mülkü dolayısıyla Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olan Sultana has kılınmıştır. Toprakların işletilmesinde Sultan ve ailesine dolayısıyla bürokrasi ve siyasal elitlere sınırsız bir tasarruf yetkisi tanınmıştır. Sultanlar da toprakları ikta sistemi ile işletmiş ve bunun karşılığında asker besletmiş veya vergi almıştır.  Miri toprak uygulamasını en iyi yapan devlet şüphesiz Osmanlı Devleti olmuştur. Has, Zeamet, Tımar, Paşmaklık, Yurtluk, Ocaklık ve daha başka isimlerle reayaya işlettirilen toprakların gelirlerine karşılık reaya ya devlete vergi vermiş  ya da onun karşılığında asker beslemiştir.  Ve bu toprakların işletilmesi çok sıkı kurallara bağlanmıştır ki başka yazının konusu olacak evsaftadır. 
           XIX yy. da güç belirtileri göstermeye başlayan Ayanlar ( Yörenin ileri gelenleri) toprak işletim sitemi ve dolayısıyla Beyt’ül –Mal’e geçecek gelirlerin değişmesi fırsatını bulan insanların iltimas kullanmaları bu dönemde daha sık görülmeye başlanmıştır.  Bürokrasinin “Harmana koşulan öküzün önünden alaf (yem) esirgenmez”  anlayışı ile hareket etmesi bozulmanın başlangıcıdır. Nüfuz hırsızlığının arttığı bu dönemde Avrupa’da Ulus Devlet, Anayasa, Özel Mülkiyet kavramları gelişmiş ve bir tür kamuoyu denetimi anlayışı gelişmiştir. 
           Yöneticilerin başta belirmeye çalıştığımız etik ilkelerden uzaklaşmaları halkın devlete ve devlet organlarına olan güvenini sarsılmasına, kamu yöneticilerinin itibar kaybına neden olmuştur. Bu aslında el kesmekten daha büyük bir ceza olarak anlaşılmalıdır.  Çünkü kamu otoritesini elinde bulunduran ve kamu adına söz ve eylem kararı veren bu bürokratik kesim sonuçta devlete ve devletin uygulamalarına olan itibarın sıfırlanmasına neden olmuştur. “Herkesin malı” olan devlet malının, “Hiç Kimsenin malı”  olarak algılanmasına ve  “haydan gelen huya gider“, onlar yapıyor ben niye yapmayayım”,  “bal tutan parmağını yalar”, “Devlet malı deniz; yemeyen keriz/domuz”.  Atasözlerinin bir benzerine avrupalı toplumlarda rastlandığını sanmıyorum.   
             Devlet yöneticilerinin kamuya ait bir emlakı/ varlığı/ ormanı/ araziyi veya ihaleyi “verdimse ben verdim kime ne” anlayışına sahip olmaları ve kendilerini aynı zamanda muhafazakar olarak nitelendirmeleri aslında yazının başında belirttiğimiz ilkelerden ne kadar uzaklaşıldığını göstermesi açısından ibret vericidir. Bu da herkesin malı olan kamu malının hiç kimsenin malı olarak algılanmasına ve bal tutan parmakların çoğalmasına sebep olmaktadır. Son bir söz: Hırsızlar kavga edince çaldıkları ortaya dökülür.