Bugün 8 Mart Kadınlar Günü…
Maalesef kapitalizm, sömürdüğü değerleri bir güne mahsus ilahlaştırmaya çalışıyor. İzm’lerin eseri ve esiri olan kültürler günümüzde en çok neyi ihmal ediyorsa onun için özel gün tayin ediyor, tayın ettiği günde özel etkinlik yapıyor. Yılın 364 gününde sömürüyor sonra da bir günü ona tahsis ederek kendisini temize çıkarmaya çalışıyor. Halbuki biz Müslümanların inancında değerler bir güne mahsus olmayıp süreklilik arz eder. Görevler icap ettiği anda yapılır. Kadın da değerlidir ve Allah Teala’dan bir emanet olup anadır, ninedir, bacıdır, eştir, kız evlattır. İslam’ı içselleştirmiş, özümsemiş müslümanın bakış açısı budur.
Bugün bu İslami inanç ve kanaat her yere hakim kılınsaydı yani İslam’ın tesis ettiği anlayış hem kalplere hem de hayata hakim kılınsaydı ben inanıyorum ki her gün meydana gelen kadın cinayetleri, yüreğimizi yakan vahşetler yaşanmayacaktı. Ya da yaşanmayacaktır. Maalesef bize medeniyet telakki etme çabasında olan sözde medeni (sadist)lerin temellerine, asıllarına baktığımızda kadın konusunda hiç de masum değiller. Ve bu vahşetlerin temelinde de insanlığa enjekte edilen ve tamamen maddeciliğe ve insanı sömürmeye dayalı hazcı ve faydacı emperyalist zihniyettir. Üstü cici, altı ginci( Ağrı yöresinde bir tabirdir; hayvan gübresinin kurumuş ve hayvan kuyruğuna yapışmış hali) sözüm ona medeniyetlerine kısaca bir bakalım:
Eski Yunan medeniyetine bakıyoruz; bir yandan kadın güzellik ve şehvet simgesi Afrodit olurken, diğer bir yandan da toplumun baş belası olarak görülüyordu. Evde hizmetçi, basit bir eşya, mirastan mahrum bırakılmış ve çarşı pazarda satılmayı hak etmiş bir mahluk idi. Hatta şöyle deniliyordu:”Yangın ve yılan sokmasının çaresi vardır; fakat kadının kötülüğünün çaresi yoktur.” Çünkü bu medeniyetin insanlarına göre kadın insanın başına gelen felaketlerin sebebidir.
Eski Hintlerin anlayışında da durum aynıydı ve kadın köleden farksızdı. 1600’lü yıllara kadar kocası öldüğünde kadın da onunla kendisini yakarak öldürme zorunda bırakılıyordu. Rivayetlere göre, ilk etapta eski Hindistan’da oluşum sürecine giren Budizmin kurucusu Buda, kadını dinine kabul ettiği için pişmanlık duymuş ve şöyle demişti: “Bugün bu dinin uzun süreli olacağını zannetmiyorum. Çünkü bu dine kadın girmiştir.”
Mısırlılarda da kadın baş belası olarak görülmektedir. Hatta mirastan özgürce faydalanma hakkı yoktu. Kendisine velev ki bir miras kalmışsa başkasına gitmesin diye erkek kardeşleri kız kardeşleriyle evlenirlerdi. Kız kardeşle evlenmek Mısır’da yasal olmuştu ve en başta Firavunlar bu adeti uyguluyordu tahtlarını başkalarıyla paylaşmasınlar diye..
Roma medeniyetine bakıyoruz; son dönemlerde iyileştirmeler yapılana kadar kadınlar vatandaş sıfatına bile haiz değildi. Koca isterse karısını serbestçe öldürebilirdi. Beşyüz’lü yıllara kadar boşanma sistemi dahi bilinmiyordu. Roma’nın devamı olan Bizansta şehirler fahişeleştirilmiş kadınların işgaline uğramıştı ve devlet ilk defa vesika sistemine geçerek kadın tüccarlığını ve fuhşu resmileştirdi.
Diğer taraftan Eski Çin’e bakıyoruz kadın insan mesabesinde görülmediği için ona isim bile verilmiyordu. Kadınlar verilmiş numaralarıyla çağrılıyordu.
Hak olmaktan ayrılmış ve aslını yitirmiş dinlere baktığımızda yine kadın için güzel şeyler görmek mümkün değildir. Yahudilikte kadın mutlu bir şekilde cennette hayatını devam eden Adem’in asli vatanını kaybetmesine sebep olduğu için iyi bir varlık olarak görülmüyor. O, günahın sebebi varlık olarak görülüyor. Bu anlayışın esiri olmuş Yahudiler sabahleyin şöyle dua eder: “Ey ezeli ilahimiz, kainatın kralı beni kadın yaratmadığın için sana hamdolsun”
Hıristiyan inancında kadın yahudilikten daha kötü görülmüştür. Onlara göre kadın, şeytani vasıflara sahiptir. Şeytanın insana tahakküm etmesine kapı açar. Günahın anası olmakla beraber, fesat ve fitnenin de kaynağıdır. Her türlü kötülük bu insandan sadır olmaktadır.
Yüce dinimiz İslâm’da ise kadın, sevginin, huzurun ve Adem (as)’in istediği gibi sükunetin kaynağıdır.
İslâm, kadını bağımsız bir kişilik olarak kabul etmiş, onun elden ele dolaşan bir mal değil; mirastan faydalanma hakkına sahip kişilik olarak benimsemiştir. Hz Peygamber bir Hadisi Şerifinde şöyle buyurarak kadının kıymetini izhar etmiştir: "Dünyâ’nın hepsi metâ, eşyâdır. Ve dünyâ’nın en hayırlı varlığı ise, sâlihâ kadındır." (İbn-i Mâce, c. I, s. 596.)
Bu sadece sözden ibaret kalmamış, eşlerine göstermiş olduğu sevgi ve şefkat eşine rastlanmayacak seviyededir. “sizin en hayırlınız hanımlarına en hayırlı olanınızdır” ya da veda hutbesinde “hanımlarınız Allah’tan size birer emanettirler. Onları gereği gibi koruyunuz, onların sizin üzerinizde hakları vardır” şeklindeki tavsiyeleri bir Müslüman için en güzel aydınlanma sebebidir. Yetiştirdiği neslin hanımları ve sonrası O’nun tavsiye ettiği terbiyenin ürünleridir. Örneğin: Peygamber eşleri annelerimiz, Nesîbe Hatun, kahraman ve ilk şehide Sümeyye, Hansa Hatun, Hak aşığı Hz Rabia, Nene Hatun ve daha niceleri… Bunlar tarihimizin şerefli insanlarıdırlar ve rahmetle anılmaktadırlar.
Kadın öncellikle annedir ya da anne adayıdır. Efendimiz(sav) de olur ya birileri kadına karşı şiddet ve dehşet uygularsa öncelikle kendisini doğuran annesini göz önüne alarak tutum sergilemesini işaret etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’e bir kimse geldi ve:
"Benim kendisine hizmet ve sevgi göstermeme, insanlar içinde en lâyık ve en çok hakkı olan kimdir?" diye sordu.
Rasûlullâh (s.a.v.): Üç defa “anan” dördüncüsünde ise "Babandır." karşılığını vermiştir. (Buhârî, Edeb: 2, Müslim, Birr: 1.)
“Kadınların akılları şehvetlerindedir ya da Kadınlara itaat pişmanlıktır.”
“Kadınları Allah geride bıraktığı gibi sizde geri bırakın” sözlerini hadis olarak kabul edersek Hz Ayşe ve diğer şeref abidesi hanımlara hakaret etmiş oluruz.
Diğer bir yandan atasözü olarak ecdadımıza mal edilen sözlerin de inancımıza göre yeri yoktur.
Örneğin; “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.”
“Uğursuzluk kadında, evde ve attadır” gibi.
Veselamün-ale’l mürselin ve’lhamdü lillahi Rabbi’l alemin.
CUMANIZ MÜBAREK OLSUN