“…..Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” (Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163) buyurur Hz Peygamber( sav).
İbadet, Allah Teala’nın muradına uygun iş yapmaktır. Peygamber Efendimiz, Muâz b. Cebel ile yaptığı bir yolculuk esnasında Allah’ın muradını ve Allah ile insan arasındaki hak ilişkisini şöyle açıklamıştır. Resulullâh, “Ey Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?” diye sorar. Muâz, “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” der. Resulullâh, “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaları ve O’na ibadet etmeleridir.” şeklinde cevap verir.
Bir süre yol aldıktan sonra Resulullâh tekrar sorar: “Peki ey Muâz! Bunu yaptıkları takdirde kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?” Muâz yine “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedikten sonra Resulullâh, “Allah’ın onlara azap etmemesi, onları cennetine koymasıdır.” buyurur. (Müslim, “İman”, 48, 49)
Tüm ibadetler gibi oruç ibadeti de bu çerçevede yapıldığında müslümanın hayatına mana katar ve ulaştığı sonuç sevinç ve mutluluk olur. Yüce Rabbimiz davranış şeklimizi belirleyen bir ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır:
“De ki: "Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.” (En'âm Sûresi , 162)
Müslüman orucu ile hayat mücadelesinde zaruri olan "sabır, irade, nefsanî ve şeytani arzulardan uzaklaşma, ihlas" gibi hallerin talimi ile ahlakî durumunu kemale erdirir. Bu ibadet, nefsin bitmez tükenmez arzularına karşı insanin şeref ve haysiyetini koruyucu bir kalkan olduğu için iftar ederken büyük sevinçler yaşar. Allah adına davranışının sevincini yaşar. Şeytan ile mücadeledeki başarısının sevincini yaşar. Yorgunluk, açlık ve susuzluk ile geçen saatlerden sonra Allah’ın kendisine bahşettiği nimetlere kavuşmanın sevincini yaşar. Hem sevinir hem de Allah’ın rızasını elde eder. Dünyada iken Allah’ın sevgisine ve rızasına ulaşınca da kıyamet günü Rabbine kavuşma, cemalini görme sevincine mazhar olur.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir. “………..Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buharî, Rikak, 38) “Allah, sevdiklerini cehenneme koymaz” (Ahmed, III, 225)
Ebu Yakup en-Nahri Cevri dedi ki: "Allah’ı sevdiğini iddia edip de Allah’ın emirlerine göre hareket etmeyen kimsenin iddiası batıldır."
Seven sevdiğine itaat etmelidir. Seven sevdiğinin yoluna tabi olmalı, sevdiğinin isteklerine yerine getirmeli, sakındırdıklarından kaçınmalı, sevdiğini razı etmeye çalışmalıdır. Sevilen Allah olunca O’nun isteklerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak en büyük vazife olmalı ve her davranışımızda olduğu gibi oruçlarımızı da bu manada tutmak olmalıdır.
SEVGİ KIRBAÇ DARBELERİNİN ACISINI UNUTTURUYOR
Deniliyor ki bir gün askerler bir mahkûmu meydana çıkarırlar. Suçu ağır olmalı ki çok kırbaç vururlar, derileri yarılır. Yaralarından kan akmaktadır. Bunca yaraya rağmen genç bir kere bile sesini çıkarmaz. Muhafızlar dayak atmaktan yorulup dinlenmek için bir kenara çekilirler. Bu arada kalabalığın arasında meydanda olan Bişr–i Hafi Hazretleri gence yaklaşıp sorar:
–Tahammülüne hayran kaldım, bunun sebebi nedir?
–Kalabalığın içinde sevdiğim kız var ve şu an beni görüyor.
–Allah–ü Teâlâ seni her an görüyor. Onun edebini gözetmeyi hiç düşünmedin mi? Allah Teâlâ yarın ahirette, "Fazlasını istemiyorum ey kulum, sadece o kız için gösterdiğin, saygıyı, gayreti, sabrı, edebi, aşkı, benim dinim için, benim rızam için niye göstermedin?" dese ne cevap vereceksin?
Bişr–i Hafi Hazretlerinin bu sözleri karşısında, genç öyle bir “Allah” der ki kendinden geçer. Kırbaç darbelerine direnen vücudu, ilahi aşka, Rabbinden utanma duygusuna takat getiremez. Muhafızlar yanına koştuğunda çoktan ruhunu teslim etmişti.
Manevi hayatımızın şekillenmesinde, iyiye doğru yol almada, dünyayı anlamlandırmada, ahrete daha iyi hazırlanmada en temel sevgi Allah sevgisidir. Nitekim imanımızın temelini, ibadetlerimizin makbul olmasını, ahlakımızın güzelleşmesini hep O’nun sevgisiyle gerçekleştiririz. İbrahim Ethem’e birisi gelir ve kendisine “Ben Allah’tan korkmak değil, O’nu sevmek istiyorum” diye söyleyince; İbrahim Ethem; “sevgiden daha büyük korku mu olur diye” cevap vermiş.
"Oruçlu müminin iki sevinçli anı vardır. Orucunu açtığı zaman ve Rabbine kavuştuğu ân..." diye buyurmuş Hz. Peygamber (sav). Rabbine kavuştuğu anın, mahşer gününde hesaplar mizanda tartılırken, dünya hayatında tuttuğu orucuna karşılık Rabbinin ne çok sevap yazdığını görüp de hayrete düştüğü ve bundan dolayı tarifsiz bir sevince kapıldığı gerçeğidir. Peki, iftar ettiği zaman duyduğu sevinç ne olabilir? Duyulan bu sevinç aslında Allah'ın rızasının kula yansımasıdır.
“İftar anındaki sevinci hissedebilmek için iki şart daha vardır. Bunlardan birisi, orucu sahur ile başlatmak. İkincisi ise günlük yaşantımıza dikkat etmek” denilmiştir.
Müslümanların hayatında seher vakti ibadeti önemlidir. Öyle ise sahura kalkan bir kişi aynı zamanda sehere de uyanmış olmaktadır.
"Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir." (Al-i İmrân Suresi, 17) "Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederler." (Zâriyat Suresi, 18)
İşte seher vaktinde uyanık olan müminin yediği yemeğin adı "sahûr yemeği" adını alır. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: "Sahur yemeğinde bereket vardır. Bir yudum su bile içecek olsanız sahura kalkmayı ihmal etmeyiniz. Çünkü sahura kalkana Allah rahmet eder, melekler de bağışlanmaları için dua ederler."(Müsned, 3:44)
"Bizim orucumuzla Ehl-i Kitabın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir."(Müslim, Sıyâm: 46; Ebu Dâvud, Savm) Bu manayı yaşamak için mutlaka sahura kalkmalı ve bu vaktin sevabından ve bereketinden istifade etme imkânından mahrum kalmamalıdır. Kalp bu mübarek zaman dilimlerinden gafil olmamalı ve sükunet sebebi huzuru yakalamalıdır. “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28. )
Hz Peygamber’in sık sık ettiği dualardan bir dua ile sohbetimize son veriyorum.
"Allah'ım, senden senin sevgini ve seni sevmeyi ve senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. Allah'ım, senin sevgini bana nefsimden çoluk çocuğumdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl" (Tirmîzî, Daavât , 73)