Şehir de doğup büyüdük, köy nedir çok bilmeyiz. Çocukken severdim köye gitmeyi. Gerçi babamlar ailecek şehre göçtükleri için yakın kimsemiz yoktu, kalan birkaç akrabaya gidilirdi. Eski model bir otobüsü vardı, sabah köyden şehre iner akşam da köye geri dönerdi. Şehre çok yakın olması nedeniyle genellikle yaz tatillerinde giderdik köyümüze.
Köyde sabah erkenden kalkılır, ahırların kapıları açılırdı. Otlamaya gidecek hayvanlar kapının açılmasıyla birlikte köy meydanında bekleyen çobanın yanına koşarlardı adete. Hayvanlar gitmeden önce kadınlar süt sağar, kahvaltı sofralarını tere yağ, bal, süt, el yapımı peynir bazlama ve köy ekmeğiyle hazır hale getirirlerdi. Kahvaltı sonrası bağa, bahçeye, tarlaya çalışmaya gidilirdi. En çok bağa gitmeyi, Malatya kayısısına taş çıkartacak lezzetteki kayısılardan yemeyi, ceviz taşlamayı çok severdim.
Yaş ilerledikçe köyle irtibatımız yavaş yavaş kopmaya başladı. Okul, askerlik derken iş hayatına Gebze’de atılınca da tamamen köyü unuttuk desek yeridir. En son babam 95’de rahmetli olduğun da gitmiştim köye. Bir de ondan bir iki sene sonra annemi babamın kabrini ziyaretine götürdüm. Köydeki bozulmalar da o tarihlerde hız kazanmıştı zaten. Emekli olup Ankara’ya yerleşmeme rağmen salgından dolayı gidememiştik köye. Geçen sene yazın yasakların gevşetilmesiyle köye bir kaçamak yaptık. Köy eskisi gibi köy kokmuyordu.
Şehirlerdeki artan nüfusun şehrin dışına doğru kaydığı gibi köylerde bunlardan nasibini almış. Damlı eski köy evlerinin çoğu ya terkedilmiş ya da boş harabeye dönmüş. Köylüler köyün dışlarına doğru betonarme yeni çok katlı binalar yapmışlar. Daha modern ahırlar, hayvan barınakları yapmışlar. Köyün gençlerinin çoğu şehre çalışmaya gidiyor. Köy, yaşlılarla çocuklara kalıyor, kalmasına da köy de kokusundan iyice uzaklaşıyor. Durup dururken anlatmadık bunları. Çok hızlı seyreden değişimin ülkeyi getirdiği noktaya dikkat çekmek istedik.
Köyle irtibatımız koptu derken deden kalma miras ile yeniden umutlar yeşermeye başladı. Gerçi bizde ekip biçecek, hayvan besleyecek kimse kalmadı lakin en azından işine yarayacak köylü yararlansın diye satalım dedik. Bu vesileyle köy muhtarıyla görüşmeye gittik üzerimize kayıtlı malları görmek için. Genç, dinamik vizyon sahibi bir muhtarla karşılaştık. Bizim arazileri gösterirken kendi yaptığı yenilikleri de anlattı. Güzel işler yapmış daha fazlasını da yapacağını söyledi. Takdir ettik kendisini.
Muhtarın yaptığı en çarpıcı açıklaması ise Türkiye gerçeğinin küçük bir fotoğraf karesi niteliğindeydi. Bizim gibi köyle irtibatı kopuk arazi sahiplerinin arazilerini emlakçılar ucuza alıp hobi bahçeleri yapmak istediklerini, kendisinin buna karşı olduğunu söyledi. Önceleri mandıra yapmak için dışarıdan gelenlerin aldıklarını, devletin izin vermemesi nedeniyle yapılmadığını ve fakat bu seferde tarıma elverişli arazileri emlakçılar hobi bahçeleri için istila etmek istediğini söyledi.
Köyden olup şehir de oturanların da çoğu hobi bahçesine benzer yerler yapmış kendi arazilerine. Meyve bahçelerinin olduğu yerlere tek katla başlayıp 3-4 kata kadar çıkan evler yapmışlar. Güzel olmuş mu olmuş, ama bunların hepsi köyü ve kokusunu yok eden faktörler, bunu idrak edememişler. Bendenizin de bir çok yazısında dile getirdiği üzere ülkenin tarım ekonomisi başta olmak üzere bir çok olumsuzlukların tek nedeni Erdoğan denilmesine bu yüzden itiraz ediyorum.
Benzeri olayları Gebze’den de hatırlıyorum. Tepe ören gibi hayvancılığa elverişli bölge de hayvan desteği alıp da üretim yapıp hayvancılığa katkı sunan çok az sayı da köylü var. 1976 da Gebze’ye geldiğimde Mutlu kent, Yeni kent bölgesi şeftali bahçeleriydi, şimdi devasa binalar aldı onların yerini. Aynı durum ülkenin birçok yerinde maalesef bundan farklı değil. Şehrin beton yığınlarından bunalanlar bu sefer de şehrin dışına doğru kalan arazilerde hobi bahçesi adı altında tarıma elverişli araziler işgal ediyor. Ondan sonra da buğdayı ithal ediyoruz, şunu ithal ediyoruz bunu ithal ediyoruz diye şikayet ediliyor. Siyasileri suçlarken birazda kendimiz aynaya baksak mı acaba?
Haydi kalın sağlıcakla, selam ve dua ile…