Kokunu Özlüyoruz Ey Ramazan!

          Farkında olamasak da hayat avuçlarımızın arasında kayıp gidiyor. Zaman verdiği söze sadık kalıp durmadan akıyor saatler, günler, aylar ve yıllar birbirini kovalıyor. Alıp verdiğimiz her nefesten, yaşadığımız her andan ve şahit olduğumuz hayattan sorumlu tutulacağımızı biliyoruz. Ancak hayatı kulluk bilincimiz aşındığı için her geçen vakit inancımızda zaaflar, duruşumuzda tavizler oluşuyor. Bu durumdan kurtulmanın yolu hesap günü merkezli yaşamaktır. Zira ibadetler insana kendi varlığının farkına varmayı ve hayatını muhasebe bilinciyle yaşamayı öğretir. Ramazan ayı da insanı gerek dışa dönük madde âlemi, gerekse içe dönük ruh âleminde etraflı bir muhasebeye davet eder. İnsana, kendisinin ve yaşadığı alemin, yaratılış gayesinin ve kulluk sorumluluğunun farkına varıp bunlar üzerinde tefekkür etmesini sağlar. Hayata dair farkındalığı olan insan, imtihan dünyasında olmanın şuuru ile yaşar. Ve bu şuurla yaşayan insan ise her daim sorumlu ve erdemli davranışlar sergilemeye çalışır.

         Baktığımızda dünyayı cennete dönüştürmek ile vazifelendirilen insanın gözü dönmüş bir şekilde ekini ve nesli yok ettiğini görüyoruz. Kendi elleriyle ürettiği zulüm ve haksızlıklar yüzünden yeryüzünde büyük bir fesadın çıkmasına sebep oluyor. Oysa ilahi mesaj hepimizi uyarmıştı: “Başınıza gelen her felâket, kendi ellerinizle yaptığınız zulüm ve haksızlıklar yüzündendir.”Şura-30 şöyle bir baktığımızda adete bir felaketler çağı içindeyiz.

          Maalesef bugün, gelişiyle ruhlarımıza tat veren, bedenlerimizi ferahlatan mübarek ramazan ayının o hayat veren her zamanki kokusunu alamıyoruz…

         Çünkü Camilerimiz mahzun, cemaatlerimiz dağınık, ezanlarımız hüzünlü ve kametlerimiz yalnız. Şimdi mescitlerimiz cemaatinden yoksun tenha sessiz ve sedasız, cami cemaatlerimiz dağınık ve huzursuz, saflarımız ise ne yazık ki seyrek ve düzensiz. Evlerimizde okuduğumuz mukabelelerde yalnızlığı, kıldığımız teravihlerde burukluğu yaşıyoruz. Dualarımızda derin bir matem, seccadelerimizde gözyaşı var.

          Sahur ve iftarlarımızda misafirlerin bereketinden yoksunuz. Sofralarımızda büyüklerimizin hayır dualarından mahrumuz. Eşimizi, dostumuzu ziyaret edemiyor; komşularımıza hatta akrabalarımıza bile kapalı kapılarımız, bu yüzden sılayı rahimden yoksunuz.

          Tokalaşmayı, büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öpmeyi, sevdiklerimize sarılmayı, kardeşlerimizle musafahayı özlüyoruz. Karşılıklı oturup yüz yüze konuşamıyor ve dertleşemiyoruz, birbirilerimizin gözünün içine bakıp sevgi ve muhabbetimizi hissettiremiyoruz.

          Caddelerimiz, sokaklarımız ve parklarımız çocuk seslerinden mahrum, çocuklarımız evlere hapis, mutsuz ve neşesiz. Çarşı pazarlarımızda ramazanın o tatlı telaşı, evlerimizde misafir ağırlamak için yapılan hazırlıkların huzur veren heyecanını arıyoruz.

          Kaç zamandır bir çağrı ile çınlıyor kulaklarımız “evde kal” “hayat eve sığar” diyen bu çağrı bize şimdilerde çok daha ağır geliyor. Çünkü bu rahmet dolu mevsimde bütün aile bir sofranın etrafına toplanıp ikram edemeyince ruhlarımız huzura, nimetleri paylaşmayınca yüreklerimiz rahata kavuşmuyor.

         O yüzden, çoğu zaman kederden sofralar kuruyoruz. İftarlarımızı geçmiş güzel nimetlere bu gün ulaşamamanın mahzunluğunu yudumlayarak açıyoruz. Ey ramazan bak işte! On günden fazla oldu gelişin ama hala tadına varamadık, ve hala o rahmet dolu güzel kokunu alamadık. Çünkü cehaletimizle zihnleri, bencilliğimizle yürekleri, kibrimizle düşünceleri, hırsımızla kardeşliği, zulmümüzle adaleti, şefkatsizliğimizle merhameti kirlettik...

          Oysa sevgidir, mağfirettir, merhamettir, berekettir ramazan… Sabrın, samimiyetin, sadakatin, teslimiyetin sınanmasıdır. Ve ramazan insan olmanın hakkını, Müslüman olmanın şükrünü, kardeş olmanın kıymetini ve paylaşmanın hazzını tekrar tekrar hatırlatan aydır. Vahyi insan ile buluşturan bizi silkeleyip özümüze döndüren istek ve arzularımızı dengelememizi tembihleyen bir ay...

          Oysa bu gün yaşadığımız kısıtlamalar yüzünden şimdi adeta sesini anımsayamadığımız, ismini hatırlayamadığımız, yüzünü çıkaramadığımız ve bir türlü kokusunu alamadığımız eski bir dost gibi duruyor karşımızda… Demek ki, hayatımızdaki birçok şeyin kıymetini bilemediğimiz gibi her yıl ömrümüzün en değerli misafiri olan ramazanın da bilememişiz kıymetini. Elbette ümitsiz değiliz çünkü on bir ay boyunca yaşadığımız hırpalanmışlığı, dağınıklığı, kirlenmişliği ve yorgunluğu gelişiyle üzerimizden çekip alıyor. O yüzden bizi ferahlatan bu mübarek iklimin yolunu hep gözlüyoruz, hayatımıza anlam katan kokusunu hep özlüyoruz. Şimdi o geldi biz ise adeta elindeki nimetlere nankörlük etmiş birer bedbaht hükmündeyiz. Ve yüzümüzü gökyüzüne çevirip Hz. Adem ve Havva’nın diliyle yalvarıyoruz: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen hiç şüphesiz ziyan edenlerden oluruz.” A’râf Suresi 23. Allah'ım! sonsuz rahmetine sığınarak bizleri özlemini duyduğumuz ramazanlara kavuşturmanı diliyoruz...