Sınanmak fiili; “Denenmek, tecrübe edilmek, yoklanmak, imtihan edilmek” gibi kavramlarla da ifade edilmiştir. Sınanmak; insanoğlunun yaratılış amacına uygun yaşayıp yaşamayacağını belirleyen, yeryüzündeki hayat yolculuğunun adıdır. Bu yolculuğun kazanma ve ya kaybetme, ceza ve ya mükâfat gibi zorunlu ve mantıkî birer sonucu olacaktadır. Zira âhiret, tam da bunun için vardır. Yüce Rabbimizin Dünya hayatının bir sınanmadan ibaret olduğunu dile getire bir iki ilahi kelam örneği şöyledir:
“İnsanlar sırf ‘inandık’ demekle; hiçbir sınavdan geçirilmeksizin bırakılacaklarını mı sanıyorlar?” (Ankebut-2)
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” ( Mülk-2)
Hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bu ikazlarından da anlaşıldığı gibi dünya hayatı bize verilmiş sınırlı bir süreden ibarettir. Bizden istenen bu sınırlı süreyi İslam’ın ve insanlığın yararına en doğru şekilde yaşayıp tamamlamaktır. Zira yukarıda da belirtildiği gibi sadece "inandık" demekle kurtulma imkanımız yoktur. Sınanma bilinci ile hareket edip hayata ve kainata bakışımızı bu doğrultuda tanzim etmek zorundayız. Ancak bu hassasiyet, inancımızın yalnızca kuru bir iddiadan ibaret olmadığını ortaya koyabilir.
Akıl ve irade ile donatılan insan, sınırlı ancak sorumsuz bir varlık değildir. Yaratılmış ve sınırlı olan tüm canlılar birbirine muhtaç kılınmıştır. Ve birbirine ihtiyaç duyan varlıkların tamamı aynı zamanda hayatın her alanında birbiriyle sınanmaktadır. Dolayısıyla insanın etrafında olup biten her olay ve şahit olduğu her durum karşısında hakkaniyetle hareket etmesi beklenmektedir. Çünkü imtihanı kazanması veya kaybetmesi bu duruşu sayesinde belirlenmiş olacaktır. Bu yüzden yaptığımız her amel, eylem ve söylemimizden sorumluyuz. Aynı şekilde hem yapmamız gerekenlerden hem de yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımız ile sınanacağız. O yüzden kendisini dine nisbet eden her müslüman, inancının gereklerini ve sahip olduğu sorumluluğu iyi bilmeli, hayatını bu doğrultuda dönüştürmelidir.
Ancak günümüzde toplumsal hayatta yaşanan sınanmalar, çok daha zorlayıcı bir hale dönüşmüştür. Çünkü yaşanan sıkıntılar ve dünyanın uyutan, uyuşturan ve sarhoş eden kimi meşgaleleri karşısında insanın direnci kırılıyor. Egemen güçlerin baskı, korkutma ve yıldırmalar ile sınadığı insanlar/toplumların birçoğu teslim olmayı tercih ediyor. Bu sayede oluşan duyarsızlık yüzünden insanlar anlamından ve amacından kopan kitlelere dönüşüyor. Elbette sınanmak çok zorlu bir süreçtir. Zira bu sayede adalet, merhamet, hikmet ve erdeme dair duruşumuzu ortaya koyarız. Çünkü yaşamak ilahi sınanmadan geçmektir.
Eğer insan, dünyevi hazlara teslim olmuşsa, hakikate ulaşması, onu hayata taşıması ve imtihandan yüz akıyla çıkması imkânsızlaşır. Bu durumda sınandığını unutan, imtihanı savsaklayan veya inkar eden insan, zamanla kötülüğe, yalana ve yanlışa alışıp sürüleşir. Böylece vicdanları körelir, hayat tasavvurları parçalanır ve fıtrata yabancılaşırlar. Biliyoruz ki, insan hem hayırla hem de şerle sınanıyor. Aynı zamanda birbirleriyle de imtihan ediliyor. Doğrularla yalancıların birbirinden ayrılması için de insanlar ve toplumlar sınanır. Ve Allah insanı en çok da verdiği türlü, türlü nimetlerle imtihan eder. Ve elbette sınanmak, sınavı kazanmak hayatta ortaya koyacağımız adil ve ilkeli duruşa bağlıdır.
Bu gün tanık olduğumuz hayat, vicdanları kanatan akıl almaz hak ihlallerine ve yürek yakan insani krizlere sahne oluyor. Maalesef özellikle bir kesim insan, türlü haksızlıklara, adaletsizlik ve eziyetlere maruz bırakılıyor. Öyle ki, kendilerine en asgari insanca yaşam koşulları bile çok görülen bu kesim açlık, yokluk ve hasatlıklarla boğuşmak zorunda bırakılıyor. Gözlerinin önünde toprakları işgal ediliyor, medeniyetleri yıkılıyor, tarih ve kültürleri talan ediliyor. Yeryüzündeki kaynakların paylaşımında korkunç bir eşitsizlik ve adaletsizlik yaşanıyor.
Halklar bir yandan despot rejimler, zorba idareciler ve merhametten nasibini almamış iktidarların tahakkümü altında inliyor. Öte yandan küresel istikbar saltanatının devamı için sürekli toplumları iğdiş ediyor. Irkçılık, faşizm, ulusalcılık hızla yaygınlaşıyor. Büyük güçlerin ret, inkar, asimilasyon ve soykırım girişimleri görmezden geliniyor. Yeryüzünü babalarının mülkü gören küresel emperyalist çeteler ve muharref inançlarıyla kendilerini üstün ve seçilmiş ırk gören sapkın Siyonistler için işgal ve katliam artık rutin bir iştir. Buna benzer zulümler nedeniyle bu gün dünya nüfusunun önemli bir bölümü yozlaşma, yoksullaşma ve yurtsuzlaşma ile karşı karşıyadır. Sözde insanlığın huzur ve güvenliği için kurulduğu iddia edilen sömürge zihniyetli uluslararası paktlar, birlikler, oluşumlar ise üç maymunu oynuyor.
Egemen zalimlerin hedefi bu yollarla insanları sindirmek, ülkeleri ve toplumları kendi stratejik çıkarları doğrultusunda yönlendirmektir. Ve tüm bunlar bizler nefes alıp verirken gerçekleşiyor. Buradan da anlaşılıyor ki, bizim dünya imtihanımız aynı zamanda hak ile batılın bir biriyle mücadelesi şeklinde tanzim edilmiştir. İşte o yüzden inanç ve vicdan sahibi insanlar olarak tüm bu olup bitenlere karşı sorumluyuz. Ve böylece sorumluluğumuzu yerine getirip getirmemekle sınanıyoruz/sınanacağız.
Evet, hepimiz sınanıyoruz;
Adeta dinleştirdiğimiz mezhep ve meşreplerimizle…
İtikat meselesi kıldığımız cemaat ve cemiyetlerimizle…
Fetişleştirdiğimiz kişi, kurum ve tabelalarımızla…
Kutsadığımız makam, rütbe, imkan ve imtiyazlarımızla…
Eleştirilmez kıldığımız parti, hareket ve ocaklarımızla…
Ulaşılamaz gördüğümüz önder, lider ve patronlarımızla…
Tükenmez sandığımız yatırım, sermaye ve saltanatlarımızla…
Geçip gitmez zannettiğimiz gençlik, güzellik ve boş vakitlerimizle sınanıyoruz.
Sınanıyoruz; Dilimiz, usulümüz ve üslubumuzla…
Sözlerimiz, akitlerimiz ve vaatlerimizle…
Sevgimiz, hazzımız ve hırslarımızla…
İlişkilerimiz, isteklerimiz ve beklentilerimizle…
İddialarımız, itaatlerimiz ve isyanlarımızla.
Mensubiyetlerimiz, mesuliyetlerimiz ve mağlubiyetlerimizle sınanıyoruz.
Sınanıyoruz, çok sevdiğimiz anne-babamız, evlatlarımız ve eşlerimizle… Kaybetmekten korktuğumuz canlarımız, mallarımız ve ticaretimizle…
Önümüze serilen şan ve şöhretin, ayrıcalıklı protokollerin baş döndüren cazibesiyle… Hiç sona ermeyeceğini zannettiğimiz makam, imkan ve imtiyazlarımızla sınanıyoruz.
Yaratılışta eş olduğumuz ve dinde kardeş olduklarımızla… Evlerimizde tok yatarken aç kalan, açıkta yatan komşularımızla sınanıyoruz.
Camide ön safı kimseye kaptırmayan ama ticaretinde hileyi, fırsatçılığı, stokçuluğu ve karaborsacılığı eksik etmeyenlerle sınanıyoruz…
Binasının duvarına “Mülk Allah’ındır” yazdırıp astronomik rakamlarla kira alan mülk sahipleriyle…
İşçinin alın teri kurumadan ücretinin ödenmesi gerektiğine inandığını söyleyip çalışanlarının hakkını sömürenlerle sınanıyoruz.
Yüreğimizde yer kapladığı halde kıymet bilmeyen insanlar, vefasız dostlar ve hayırsız arkadaşlarla sınanıyoruz.
Değer verip gönlümüze konuk ettiğimiz, muhabbetimizi kalbine teslim edip sırrımızı vicdanına emanet ettiğimiz halde bizi yanıltanlarla sınanıyoruz.
Büyük bedeller sonucunda elde ettiğimiz başörtüsünü bir makyaj malzemesine, sakalı aksesuara çevirenlerle…
Kendisi gayret etmediği halde yapılan tebliğ ve daveti nostalji, dava uğruna yapılan samimi fedakarlıkları saflık, basın açıklaması ve eylemleri boş hamaset görenlerle…
Erdemli bir kimliğe sahip olmayı en yüksek mertebe ve şeref görmekten uzaklaşıp bu onurlu kimliği siyaset ve bürokraside bir referansa dönüştürmeye çalışanlarla…
Halis niyetli insanların insanlığa ve ümmete faydalı olmaları için emek verip kurduğu kurum ve kuruluşlara girip, buraları bir makama sıçrama tahtasına çevirenlerle sınanıyoruz.
Dün ak dediğine bu gün çok rahatlıkla kara diyebilen omurgasızlarla…
Demokrasi ve özgürlük naraları atıp söz konusu kendisi gibi düşünmeyenler olunca tüm söylemlerini yutan demokratlarla…
Sürekli toplum hamaseti yapıp yeri geldiğinde rahatça insanların inanç, kültür ve değer yargılarına hakaret edebilen sözde halkçılarla…
Kendileri lüks ve refah içinde yaşadıkları halde geçim sıkıntısı yaşayan insanlara ‘bir lokma bir hırka’ telkininde bulunan muhafazakârlarla…
Bir kedi veya bir ağaç için eylem yapıp gözyaşı dökebildiği halde; mazlum ve mağdurun, yetim ve ihtiyaç sahibinin acılarına sırtını dönen güya çevrecilerle sınanıyoruz.
Adalet, barış ve kardeşlik hamaseti yapıp haksızlığa, zulme ve ırkçılığa sessiz ve tepkisiz kalan tutarsızlarla…
Sevip beğendiklerini göklere çıkaran, sevmediklerine kolayca iftira atabilen ölçü bilmez şahsiyetsizlerle…
Ekonomik krizden korktuğu kadar ahlaki krizi önemsemeyen, mahalle yanarken keyfinden ödün vermeyen dertsiz ve duygusuzlarla…
Görev verilirken liyakati değil itaati, hak edeni değil adamcılığı ölçü görenler bağnaz tarafgirlerle…
Ve gücün merkezine göre şekil alan, çıkarına göre taraf belirleyen ve kutsallarını menfaatlerine feda eden kıblesizlerle sınanıyoruz.
Hasılı bu ve buna benzer çarpıklıklarla bilinçlerimizi kirleten, ruhlarımızı esir alan ve kalplerimizi işgal eden tüm kişi, kurum ve kuruluşlara son nefesimize kadar sınanacağız.
Sözün özü yaşam dediğimiz bu yolculuk ilahi bir sınanmadan ibarettir. Sınandıkça içimizde taşıdığımız gerçek kimliğimiz dışımıza yansıyacaktır. İnsanla, alemle ve Allah ile kurduğumuz ilişkilerimiz kim olduğumuzu ortaya koyacaktır. Böylece inançlarımızdaki samimiyet, iddialarımızdaki kararlılık ve eylemlerimizdeki fedakârlık ile yüzleşeceğiz. Ve her birimiz bir şekilde bu ilahi imtihanın/sınanmanın adil çarkından geçeceğiz. Unutmayalım ki, bu sınanmalar karşısında yaptığımız tercihler ile ebedi alemdeki adresimizi bizler belirleyeceğiz.
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma (fakirlik) ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara-155)
Kerem Engin