Dünya ve cennet kadınlarının en üstünü, Hz. Peygamber Efendimizin kızlarının en küçüğü Fatıma-tüz-zehra, Bi‘setten yaklaşık bir yıl önce miladi 609 yılında cuma günü Mekke’de doğmuştur.

  Efendimiz ‘Kızımı ancak Allah onu ve sevenlerini cehennemden uzaklaştırdığı için Fatıma diye adlandırdım’ diye buyurmuşlardır. Beyaz, saf ve parlak anlamlarındaki Zehra ve İffetli kendini Allah'a adamış manalarına gelen Betül isimleri de kendilerinin lakaplarıdır. Hz. Fatıma, dört büyük halifenin sonuncusu olan Hz Ali'nin eşi ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in anneleridir.Hz Peygamber (sav) onun için ‘Fatıma Cennet kadınlarının Hanım efendisidir’ buyurmuştur. Onu çok sever, kucağında taşır, yedirir, içirir, giydirir ve her defasında ‘Fatimetü bid’atü minni (Fatıma benden bir parçadır)’ demişlerdir.

Hz Fatıma, beyaz tenli, ince kaşlı, gür kirpikli ve kapkara gözlü mukaddes babasının bir benzeridir. Efendimize benzerliğinden ötürü sahabeler arasında ‘binti ebiha’ (babasının kızı) diye anılırlardı. Hz Aişe şöyle der haklarında: “ Allah'ın Resulüne, evsaf ve şemayil, edep, güzel ahlak, tabiat ve davranış yönlerinden Fatıma kadar benzeyeni görmedim. Fatıma alemlerin efendisinin huzuruna gelse, Resul onu ayağa kalkarak karşılar ve kendilerinin oturduğu mindere oturturlar, eğer Resul Fatıma'nın yanına gitseler, Fatıma onu ayağa kalkarak karşılar ve hürmetle ellerinden öper, kendi oturduğu yere oturturdu.“

Uhut Gazvesi’nde on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fâtıma aynı zamanda yaralıları tedavi etmiştir. Bu savaşta Hz. Peygamber’in (sav)  dişinin kırılması üzerine, durdurulmayan kanamayı bir hasır parçasının külü ile dindirmiştir.

Hz Fatıma on beş yaşına geldiğinde Hz Peygamber (sav)  onun için ‘Ey Rabbi rahimim Fatıma’ma temiz bir kısmet nasip et’ diye dua etmiştir.

Hz Fâtıma on beş yaşını tamamladıktan sonra, onunla önce Hz. Ebû Bekir, ardından da Hz. Ömer evlenmek istemiş, Resûl-i Ekrem her iki teklife de olumlu cevap vermemiş, bunun ardından Hz. Ali, Hz. Fâtıma’ya tâlip olmuş ve bu talebi Resûlullah (sav) tarafından kabul edilmiştir. O sıralarda fakir bir delikanlı olan Hz. Ali mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesi’nde ganimetten payına düşen zırhını, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş civarında bir mehir vermiştir. 

Hz Fatıma ve Hz Ali Hicretin ikinci yılında evlenmişlerdir. Hz Fatıma Hz Ali ile evlendiğinde çeyiz olarak eşyaları şunlardır: üç minder, saçaklı bir halı, bir yastık, iki adet el değirmeni, bir adet su tulumu, topraktan bir su bardağı, bir elek, bir havlu, bir koç postu, bir kilim, bir sedir, iki elbise, kadife bir yorgan, bir koç postundan döşek.

Hz Câbir Radıyallahu anhu der ki ‘Biz Ali'nin güveyliğinde ve Fatıma'nın gelinliğinde bulunduk. Onlardan daha güzel güveyi ve gelin görmedik. Allah'ın resulü bize zeytinyağı ve hurma hazırlattı. Onu yedik.’

Düğünlerinden dört gün sonra Hz Peygamber (sav)  evlerini ziyarete gitmiştir, ‘Ey kızım Fatıma sen Ali'ye cariye ol ki o da sana köle olsun.‘ buyurarak evin dış işlerini Ali Murteza’ya, iç işlerini de kızı Hz. Fatıma'ya tavsiye buyurdular.

Onlar öyle sultanlardır ki sarayları bir kulübeden ibarettir. Hiçbir zaman dünya malına gönül vermemişlerdir. Evlerinde sadece Allah'ın rıza ve hoşnutluğunu kazanacak ziynetler vardır. Hz Fatıma babasının uygun gördüğü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade yaşamıştır. El değirmeninde un öğütmekten usanan Hz. Fâtıma ile kuyudan su çekip taşımaktan yorulduğunu söyleyen Hz. Ali bu hususta Hz. Peygamber’den yardım isterler. Hz. Fâtıma Medine’ye bir savaş esirinin geldiğini duyunca babasına giderek ondan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Resûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir müslümanların (ehl-i Suffe) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna karşılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillâh, Allāhüekber demesinin, istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söylemiştir.

Kâinatın efendisi altı ay boyunca sabah namazına çıkarlarken kapılarının önünde durup onlara şöyle seslenmiştir.  “Ey Muhammed'in ev halkı! Haydi namaza!“ , “Ey Ehlibeyt, Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister.“ (Ahzap: 33)

Resûl-i Ekrem’in her fırsatta onların evine gelerek ikisinin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış, hatta zaman zaman her biri Resûlullah’ın kendisini daha çok sevdiğini ileri sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını göstermişlerdir. Hz Fâtıma da fırsat buldukça babasının yanına gider, ona hizmet etmekten zevk duyardı.

 Hz Fatıma ve Hz Ali'nin üçü erkek toplam altı çocukları olmuştur. Bunlar: Hz Hasan, Hz. Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm,Zeynep ve Rukiye’dir. Hz peygamberin soyu Hz. Fatıma ile devam etmiştir. Peygamber efendimiz, Hz. Hüseyin'in doğumunun yedinci gününde Akika kurbanı olarak iki koç kestirir, ismini koyar ve emir verir. “Ey Fatıma, Hüseyin'in saçını kes, saçının ağırlığınca sadaka ver.“  

Resûl-i Ekrem, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’yi ve çocukları Hasan ile Hüseyin’i abasının altına alarak, “Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl” diye dua etmiştir.

 Hz. Fâtıma’dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte’de yer almakta, bunlardan ikisi hem Ṣaḥîḥ-i Buḫârî hem de Ṣaḥîḥ-i Müslim’de bulunmaktadır.

Kâinatın efendisi ölüm sınırına yaklaştığı zaman mübarek kızlarına ‘Ehlibeyt içinden ilkin benim yanıma gelecek olan sensin’ sözleriyle müjdesini vermiştir ki Hz Peygamberin (sav) irtihalinden sonra, daha yirmi beş yaşını doldurmadan, oğulları daha yedi sekiz yaşındayken altı ay boyunca üzüntü ve kederden iyice hastalanan bedeniyle ölüme kapıyı aralayıvermiştir. Ruhunu teslim edeceğine yakın Hz Ali'ye söyle demiştir:  “Ya Ali beni, üzerime kimsenin eli değmeden sen al götür. Baki mezarlığına defnet.“ Hazreti Fatıma gece vakti Hz Ali tarafından Baki mezarlığına götürülür. Hz. Ali, namazını bizzat kılar ve onu kendi elleri ile mezara uzatır. Hz Ali, Hz Fatıma'nın kabrini ilk ziyaretinde şöyle bir şiir okumuştur:

 “Dost öyle bir dost ki, ona bir denk yok.

Âlemde bu hicran gibi bir cenk yok!

Ne zevk, ne şevkin var kalbimde yeri

Unutur muyum? hiç ben o güheri.

Şahsımdan, gözümden siliktir ama

 İçimde gönlümde yaşar daima.“