Lügatte “hecr” ,“hecran” olarak geçen hicret insanın başkasından (bedenen, kalben ya da dille) ayrılması demektir. Hicret; ayrılma, terk etme ve göç etme manalarına da gelir. Hicret eylemini gerçekleştiren kişiye de muhacir denir. Mekkeli müşriklerin daha yeni iman etmiş olan bir avuç müslümana yaptığı eziyet ve işkenceler çığırında çıkınca, Allah u Teala, Rasulüne ve ona iman edenlere güvende olabilecekleri, inançlarını daha rahat yaşayabilecekleri ve kendilerini daha özgürce ifade edebilecekleri bir yere hicret etme emrini verdi. Elbette hicret bir kaçış değildi. Uğruna mücadele edilen ideallerin, yeri gelince farklı alanlara taşınması ve akidenin yok olmakla karşı, karşıya kaldığı durumlarda koruma altına alınmasıdır. Tarih boyunca, birçok Peygamber ve muttaki mümin, yalnızca Allah’a hakkıyla kulluk edebilmek ve davalarına yeni üsler bulabilmek için doğdukları topraklardan hicret etmişlerdir.
Dolayısıyla hicret İslam tarihinin en önemli hadiselerindendir, bu yüzdendir ki takvimin/tarihin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Müminle, hicretle adalet ve merhametin hayata hakim olacağı yılların ilk ve en önemli adımını atmışlardır. Zira İslam’ın hukuki, içtimai, ticari, askeri ve eğitim düzeni hicretin sonucunda gerçekleşmiştir. Bu bakımdan hicret bir kaçış değil, aksine içinde büyük zorlukları barındırmasına rağmen yeryüzünde Allah’ın rızasını hakimkılabilmek için ilahi çağrıya yöneliştir. Dolayısıyla Hicret iman eden her bir fert için hayatını değiştirip dönüştüren bir mekteptir.
İslam tarihinde ne Hz. Peygamberin doğumunun, ne büyük fetihlerden birinin daha da önemlisi Hz. Muhammed’in risaletinin bile takvimin başlangıcı olarak ölçü alınmamış olmasının hicretin ne kadar muazzam bir eylem olduğunugöstermektedir. Zira hicret zulme ve zillete meydan okuyuştur. Hicret bireysel manada insanın vahyin çağrısına kulak verip fıtratına/özüne dönmesidir. Toplumsal manada ise yeni bir tarih, yeni bir toplum ve yeni bir medeniyet oluşturmanın ilk ve en önemli merhalesidir. Bu açıdan hicret bir milad, bir mektep ve bir devrimdir. Bu yüzden hicret kelimesi yeryüzünde bir yerden, bir yere gitmekten çok daha öte anlamlar kazanmıştır. İnsanın ruhunda fikir, iman, ahlak ve eylem bakımından her türlü inkılabı gerçekleştirmesi demektir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v); “ Hakiki muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçan onları terk edendir” diye buyurduğu hadisi hicretin bir başka önemli boyutunu bizlere göstermektedir. Dolayısıyla aslında ilk nesil için iman etmek en büyük hicret olmuştur. Demek ki, hicret ilk önce Mekke’de gerçekleşmiştir. Çünkü inananlar Mekke’de cahiliye anlayışının bütün kirlerinden, kalıntılarından arınarak içe doğru bir hicret gerçekleştirerek işe başlamışlardır. Yani hakikatin sarayı önce yüreklerde ve zihinlerde inşa edilmiştir. Böylece Mekke’de iman, sabır ve aşk ile ekilen diriliş ve direniş tohumları bu kutlu hicret yürüyüşüyle Yesrib’iMedine’ye çevirerek ilk meyvesini vermiştir.
Peki, acaba bizler bu gün hicreti nasıl okumalıyız? Yani hicret yalnızca tarihi süreç içerisinde gerçekleşmiş ve bitmiş olan özel bir hadisemidir? Yoksa hicret dün olduğu gibi bu gün de var mıdır/olmalımıdır? Fitnenin kol gezdiği… Haklının değil güçlünün söz ve yetki sahibi olduğu… Yeryüzünde hak, adalet, eşitlik ve özgürlük talebinde bulunanların kanının ve gözyaşının dinmediği… Bilinçlerin, bilgilerin, fıtratların kirletildiği… Nesillerin düşünsel ve ahlaki olarak ifsat edildiği… İyi niyetin, paylaşımın ve masumiyetin yok edildiği… Birliğin, kardeşliğin ve uhuvetin husumete dönüştürüldüğü bir zaman diliminde duruşumuz nasıl ve hicretimiz hangi yöne olmalıdır?
Zira ellerimizle yıktığımız kardeşlik binamızın yeniden “insafla” inşa edilmesi… Yok, ettiğimiz toplumsal birliğimizin adaletle, barışla ve kardeşlikle imar edilmesi… Mazlumların, masumların ve mağdurların gözyaşlarının silinmesi… Güçlünün ve haksızın değil, hakkın ve adaletin söz sahibi olması için… Şimdi mehcur (terk edilmiş) bıraktığımız hayat kitabımız Kur’an’ı anlamaya doğru bir hicret seferberliği gerçekleştirmeliyiz. Unutmamalıyız ki, yüreklerde, zihinlerde ve bilinçlerde gerçekleştirilememiş bir hicretin/arınmanın ilişkilerde, mekanlarda ve hayatlarda gerçekleşmesi mümkün değildir.
Rabbim bizleri hicret mektebinin samimi ve fedakar birer talebesi olan salih kullarından eylesin. Öyle ki, hem İslam alemine ve hem de henüz vicdanını yitirmemiş olan tüm insanlık ailesine hürriyet, adalet, barış ve kardeşlik vadeden vahyin mesajını ulaştırabilelim. Belki, böylece erdemli bir toplum ve yaşanılabilir bir dünya kurabilmenin çabası içerisinde olan örnek nesiller yetişir. “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte ancak onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Bakara-218)
Kerem Engin