Tarih boyunca her medeniyette farklı sesler, aykırı yaşam tarzları, çoklu inanmışlıklar ve dahi aynı gönül dünyasının insanlarının kutuplaşmaları hep devam edegelmiştir. Bu tür farklılıklar hayatın özünde gelen realitedir. Belliki bunlar zenginliktir ve öylece kabul etmemiz elzemdir. Aynı coğrafyada çok sayıda insan ırkı yaşar. Bazılarının özüne bakınca akrabalık bağları sarmaşık gibidir. Her ne kadar uzak görünsede onları gerek kan bağıyla gerekse can bağıyla bağlayan insani bir damar vardır. Dolayısıyla bu hakikatin mutlak surette unutmamak üzre idrak edilmesi şarttır. 

              Bizler ise İslami güzelliklerle yoğrulmuş Mezopotamya’nın medeniyet ikliminde hayatı teneffüs ediyoruz. Böyle bir coğrafyada, muazzam bir dine ve muhteşem bir medeniyete sahip olduğumuz için çok şanslıyız. Asırlardır türlü türlü ağır imtihanlara binaenaleyh hep asil bir çınar ağacı gibi yılları medeniyetimizin güzellikleriyle devirmeyi, ecdamızın gayretleriyle başarabildik, kimine göre iyi kimine göre kötü olsada! Geride bıraktığımız asırlarda kolektif hareket etmenin ne denli olduğunu anlatmak epey zamanımızı alır ki bunuda başka bir başlık altında değerlendirmemiz daha yerinde olacaktır. 

              Bu minvalde yaşadığımız şehrin gerçeklerini analiz ederken içimiz cız etmiyor değil! Birlikte hareket etmek zenginliktir sloganını defaatle tekerrür etmemize rağmen, üzülerek belirteyim ki idrak edemedik, edemiyoruz. Bir arada yaşamanın Allah’ın bir lütfü olduğunu evvelen bilmemiz lazım. Bu şuuru kalbi ve akli iskeletimizin denklemine entegre edemezsek, türlü türlü şeytani firakların acımazsız pençelerine yenik düşmüş oluruz. Kırılgan yapıya sahip bir milletin, duygularını birlikte hareket etme döngüsüne kanalize edersek, bir çok başarıyı elde etmiş oluruz. Tezadı vücut bulması halinde dağılmak kaçınılmaz hale gelir. Açıkçası bu aralar kısmi olsada sancılarını çekiyoruz. 

             Bir araya gelirken öyle samimiyetle, öyle özlemle birbirimizi musafaha ediyoruz ki sanki yıllardır ruberu görüşemiyoruz gibi. Buda aslında bizim asil ve özümüze bağlı olduğumuzun nişanesidir. Nedense nefsimizin, şeytanın ve ehli gafletin dürtüleri nihayetinde tez gayrı düşebiliyoruz. Birlikte yaptığımız her çalışmanın nihayetinde bedelini ödüyoruz. Yaptığımız çalışmanın öncüsü olmak başlı başına bir hastalık haline gelmiş. Ben merkezli duyguların samimiyetimize ve dahi ahlakımıza faturası ağır oluyor. Bir fotoğraf karesinde yüzün yanındakilerden daha net çıkmışsa bu bile kutuplaşmak için yeterli bir sebep olabiliyor. Bunun gibi nefsani arzular neticesinde kolektif hareket etme yetimizi yitirebiliyoruz. Bir çok kişi gayrı düşünüp eylemsizlik yoluna revan olabiliyor. Bir kesim ise hizmetin ve birlikte yol almanın hiç bir meşakkatinde olmamasına rağmen, menfi arzu madalyonuyla ve riyakar maskelerle boğazı düğümlenene kadar haykırabiliyor. Bu da işe şevkle, samimiyetle başlayanların gayretine barikat oluyor. Bir pankartın arkasına dizilmek, birkaç nidanın cilvesine yapışmak, protokolde oturmak, fotoğraflarda her daimi buradayım duruşunu ifa etmeye çalışmak, ben öncü değilsem bu iş eksik olur, birileri varsa biz yokuz, şuculuk buculuk etiketini vurmayı misyon bilmek ne kadar yararlı ve etik bir yaklaşımdır bunu enine boyuna mizanda tartmak gerekir. 

              Aynı coğrafyada yaşamının artıları kadar eksileride var. Yaptığınız her işin kısa sürede teveccüh göreceği gibi yapacağınız her hatanında gündeme bomba gibi düşebileceğini iyi hesap etmeniz lazım. Taziyelere rıza-yı bari için gitmeniz çok kıymetli lakin müsait olmadığınızda ve başka bir taziyeye gitmediğinizde bu sizin için rızadan ziyade kişiye göre muamele haline gelir. Oysaki hepimiz insanız, her zaman müsait olamayabiliriz. Ama yok böyle bir şansımız olamaz! Olmuyor!

            Düğünlerimiz kovboy filimlerine dönüştü. Her birimiz başrolde oynayan, ölümün yakışmadığı başrol oyuncularına dönüştük. Mahremiyet zaten zavallı olmuş, entelektüel zihniyetin ve küresel organizasyonların açık hava müzesi gibi!.. Hiç bir eylem kameranın açısından ve düğün sahibinin gözünden kaçamaz. Nede olsa bugünün yarını var! Düğünlerde takı takmak yuva kuranlar için katkıda bulunmakken, ben ne götürdüysem o da onu getirecek, getirmese kapısına dayanıp borcumu isterime dönüştü. Sonra evlilik cenk meydanına dönüşünce, boşanmalar tek celselik olunca, çocuklar darmadağın olunca, aklımız başımıza geliyor ve neden doğru kararlar almadığımızı, birlikte yaşamayı beceremediğimizi keşkelerle, ahlarla anlatmaya çalışıyoruz. Birlikte hareket etmeyi, ortak payda da buluşmayı, birbirimizi anlayıp beraber yaşamayı bu tür yanlışlara girmeden öğrenmemiz lazım. 

               Çalışma hayatımız trajikomik! Bir yerlere gelene değin kırk kişinin önünde el pençe duruyoruz. İşe başlayınca hizmet etmek bize ağır geliyor. Birimiz başarılı olunca ötekimiz onu taktir etmek yerine tez vakitte işinden etmek nasıl olur onun fırıldaklığınla meşgul oluruz. Heleki hemşehrilerinden birileri bir kurumun başına geçmişse ya da önemli işlere imza atıyorsa; onu yedi sülalesine kadar araştırır, en ufak bir kusurda tekfur ilan ederiz. Hani insan kıyma makinesiyiz ya onun hakkını vermeye çalışırız! İşler çetrefilleşince, başımız dara düşünce birbirimize muhtaç oluyoruz. Ancak bu şekilde birbirimizin kıymetini biliyoruz ki artık iş işten geçmiş oluyor. Bu yanlışları devam ettirmemek adına, sağlıklı analizler yapmamız icap eder. Birlikte yaşamanın en kıymetli yollarından biride birbirimize saygı duymaktan, hizmet etmekten geçer. Buna bütün kalbimizle inanmamız gerekir. 

            Hülasa en başında da ifade ettiğim gibi tarih boyunca her medeniyet kendi gerçeğini yaşadı. Bizlere düşen küreselleşen dünyanın gerçeklerine ayak uydurmak ve kendi özümüzden de uzaklaşmadan birlikte hareket etmeyi başarabilmektir. İnanın birbirimizi onore etmek, saygı duymak ve bütün samimiyetimizle sevmeyi denemek bize değer katacaktır. Kutuplaştırmak hiçbir zaman fayda vermediği gibi bolca pişmanlıklar biriktirir. Aile, akraba, arkadaşlık, dostluk ilişkilerine haddinden fazla zarar verir. Dolayısıyla aklımızı kontrollü kullanmayı, kalbimizi dengeli devreye almayı, heva ve hevesten beri durmayı, içten içe oturtmamız lazım. Birbirimizi kıskanmak/haset etmek, tenkit etmek, kin tutmak, ötekileştirmek yerine; taktir etmek, desteklemek, onore etmek, saygı duymak ve samimiyetle sevmek bize değer katacaktır. 

Karar verelim! Ya nefsimizin şerriyle körleşip birlikte zelil olmaya devam edelim ya da farklılıkları zenginlik bilip bir medeniyet inşa edelim. 

               Sağlıcakla kalın. 

               Veysel ÇAĞLAR