Varoluş söz (kün) ile başladı, bir söz ile değişti kâinatın gidişatı. Göklerden yere bir çağrı, bir davet ve bir rahmet oldu söz. Kararmış hayatları aydınlatan, kölelerin zincirlerini kıran(fekku rağabe), insanı yetim bulup barındıran (Elem yecidke yetîmen fe-âvâ), küçük kız çocuğunu atıldığı kör kuyulardan çekip çıkaran ve mazlumlara umut dağıtan da bir söz oldu.
Bir söz aldı “elest bezminde” Rabbimiz bizlerden. Ve “bela” deyip bir söz verdik hep birlikte. Hakkı ve hakikati ayakta tutacağımıza, adaleti ve merhameti yayacağımıza, “la ilahe” deyip kula kul olmayacağımıza dair. Esasında biz bir söz medeniyetiydik. Özünde merhamet, sözünde emniyet ve işinde hikmet olanların el ele vererek ilmek ilmek dokuduğu bir medeniyet. O yüzden sözün üzerine inşa edilen, sözün tesiri ile yeryüzüne hayat üfleyen bir inancın müntesipleri olduk. Böylece kurduğumuz şehirlerin merkezinde insanın huzurunu, inşa ettiğimiz toplumsal yaşamların mihenginde ayırım yapmaksızın tüm bireylerin mutluluğunu esas aldık. Zira söz, çağın tüm haksızlıklarına ve ahlaksızlıklarına meydan okumaktır. Zamana şahit olmak, imana şehadet etmek ve hayata tanık olmaktır söz.
O yüzden konuşurken de, yazarken de söze başlarken deriz, çünkü söze başlamak hayata dokunmaktır. Oysa çoğu zaman söz dinlemiyoruz ya da sözümüz dinlenmiyor. Nerede o asla sözünden dönmeyen insanlar. Verdikleri sözde duran insanlar nerede? Oysa Rabbimiz ne de güzel övmüştü onları; “Müminlerden öyleleri var ki, Allah’a verdiği sözü yerine getirdiler, öyleleri de var ki sırasını beklemektedir. Yine onlar verdikleri sözü asla değiştirmeyenlerdir.” Ahzab-23
Günümüzde sözün değerinin olduğu ve değer bulduğu mekânlara, meclislere, insanlara ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi? Öyle ki, oralarda söz almadan, bize söz düşmeden konuşmazdık. Abes kaçan, değersiz boş sözlerden uzak dururduk. Ağzımızdan çıkan sözü, önce kulağımız duyardı da sonra kelam ederdik. İleri geri konuşmaz sözün edebini bozmazdık. Söz taşımazdık, sözü taşıyanlarla işimiz olmazdı çünkü söz taşımak bulaşıcıdır derdik. Zira Hayat Kitabımız söz taşıyanı kınamıştı. Şimdi söz alanlar ve söz verenler ne kadar dikkat ediyorlar ve yaptıkları bu mühim alış verişten ne kadar haberdardırlar acaba? Çünkü söz sorumluluktur. Söz verdiğinde yerine getirmen, aldığında ise muhafaza etmeni gerektiren çok önemli bir emanettir
Bu gün insanlık olarak yaşam sözün bittiği yerde, iyi düşünmeliyiz zulmün sıradanlaşıp kanıksandığı, kötülerin ve kötülüklerin örnekleştiği bir dünyaya mı razı olacağız. Yoksa adaletin hakça paylaşımın hakim olduğu, emanet ve ehliyetin önemsendiği ve ahlaki duruşun değer bulduğu bir hayatı mı inşa edeceğiz. İşte bunun için de en güzel söz olan Vahye kulak vermeliyiz. Zira Rabbimiz Zümer-18. ayette; “(Ey Resulüm!) O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik eden kullarıma bu müjdeyi ver! İşte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır. ” diye buyuruyor. İnsanlığın kurtuluşu için sözün değerini bilen şahsiyetli bireyleri ve sözün gücüne inanan erdemli toplumları oluşturmalıyız.
Çünkü “kişiyi yücelten sözü, devleti yücelten adaleti, insanlığı yücelten vicdanı ve merhametidir.” Unutmayalım ki, “öteki” için hukuk, adalet, özgürlük mücadelesi verebilen, yine öteki için aş, iş ekmek kavgası verebilecek bilinçte insanların olmadığı bir yerde erdemden söz edilemez. Artık toplumsal muhasebeye sahip bireyler yetiştirmek gibi kaçınılmaz bir sorumluluğun altındayız. Yoksa insanlığı saran bu yangın er geç bizim de kapımıza dayanacaktır.
Şimdi sözü olanların düşünce üretmeye, yenidünya düzeni içinde özgürlüğe, adalete, merhamete ve insanca yaşamaya dair yeni bir söylem, yeni bir dil geliştirme gibi bir zorunlulukları vardır. Bu da ancak akıl, vicdan ve vahiy birlikteliğinin sonucunda gerçekleşebilir. Sözünde sadık olanlara, sözünden emin olunanlara, özü ve sözü bir olanlara selam olsun. Hayatımızı en güzel ve en özel söz olan Rabbimizin kelamına göre düzenleyen kullardan olmamız duasıyla…