SORUMLULUK BAĞLAMINDA RAMAZANI DEĞERLENDİRMEK

Malumunuz Müslüman olmak sorumluluğu yüklenmek ve kabul etmek demektir.

Dini mübin İslam’ın temel hedefi bir veciz cümle ile şöyle özetlenmiştir:

 “Et-tâzimu li emrillâh, eş-şefakatu alâ halkillâh” yani Allah’ın emirlerini saygı ile yerine getirmek, Allah Teala’nın yarattığı tüm mahlukata (sorumluluk bilinci ile) şefkat göstermek”tir.

Oruç tutmak zaten sorumluluk içerisinde hareket etmektir.

Yüce Rabbimiz (cc) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.”(Bakara, 183.)

 “Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için” ibaresi sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmek olarak algılanmalıdır.

Burada geçen ittika etmek ya da takvalı davranmak; Allah’a, Peygamberine, Kur’an’ı Kerime, Ahiret Gününe, topluma ve tüm mahlukata karşı gereken sorumlulukları yerine getirmek demektir. Nitekim Hz. Ali (ra)’a atfedilen bir sözde Hz. Ali ittikayı, takvayı (sorumlu davranmayı) şu şekilde tarif etmektedir: “Takvâ, Allah’tan korkmak, Kur’ân ile amel etmek, aza razı olmak ve göç gününe (âhirete) hazırlanmaktır.”

Deniliyor ki: “Eski zamanlarda bir sultan, şehrin dışına çok muhteşem bir saray yaptırmış. Açılış gününe de bütün halkını davet etmiş. Şehrin dışındaki bu saraya giden sadece tek dar bir yol varmış. Yolun ortasına ise kocaman bir kaya koydurmuş. Kendisi de yolu çok iyi gören bir pencereye oturmuştu. İnsanların tavrı nasıl, ne diyorlar bu duruma diye gözlüyordu.

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi zor da olsa kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu sultanı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Olmazdı böyle sultan. Sonunda bir köylü çıkageldi akşama yakın. Saraya meyve ve sebze getiriyordu bu adam. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarılıp kayayı itmeye başladı. Ancak kaya büyüktü ve gücü kayaya yetmiyordu. Çevresine baktı kalınca bir odun bulmak için. Aradığını bulmuştu. Bir odunu kullanarak zor da olsa kayayı yolun ortasından kaldırmıştı. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Kese altın doluydu. Bir de not vardı kesenin yanında sultanın mührünü taşıyan. Notta:"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu sultan.  Köylü, zenginler ve diğer ileri gelenler gibi yapmamış ve bugün bizim de faydalanabileceğimiz bir ders vermişti hareketiyle: "Aslında yolumuzdaki her engele, hayat şartlarımızı daha iyileştirebilecek bir fırsat olarak bakabiliriz."

            Bu hikayeden yola çıkarak aslında bizim yapmamız gereken çok şeyin olduğunun farkında olunması gerekmektedir. Hep birilerini suçlar dururuz. Ama dönüp de “ben ne yapmadım” demekten aciziz. Yöneticileri suçlarız, görevlileri suçlarız, şunu suçlarız bunu suçlarız. Adeta suç arama makinesi haline geldiğimizin farkında değiliz. Halbuki yapamadığımız ya da yapmadığımız o kadar çok şey var ki….

Hep karanlığa küfrederiz de hiçbir zaman bir mum yakmak aklımıza gelmez. Engelleri koyanları yerden yere vururuz fakat kendimiz engelleri kaldırmak için hiçbir çabanın içinde olmayız.  Onun bunun hırsızlığından şikayet ederiz fakat kullandığımız kaçak elektrik, vermediğimiz ve kaçırdığımız vergi, alış verişlerde yaptığımız hilelerimiz, ücretini aldığımız halde samimiyetle yerine getirmediğimiz vazifeler, ifa etmediğimiz namaz ve zekat vazifelerimiz, yediğimiz haklar, yerine getirmediğimiz borçlar ve yerine getirmediğimiz sözler, ihanetinde bulunduğumuz dostlarımız hiç aklımıza gelmez nedense. Terörden anarşizmden kapkaçlıktan şikayet ederiz ama gençlerimiz, çocuklarımız kimlerle arkadaş, kimlerle sırdaş, ne eder ne yapar umurumuzda olmaz. Yanı başımızda birileri devletin ve milletin huzuruna, mutluluğuna çomak sokar, dinamit atar umurumuzda olmaz” bana ne” deriz. Fakat ne zaman ki işin ucu bize dokunur bu sefer de “devlet niye buna bir çözüm getirmiyor, artık yeter, dursun bu hayasızca durum” deriz. Evimizin, bahçemizin, işyerimizin çöpünü, hafriyatını rastgele oraya buraya atarız, görevlileri suçlarız.

Tahrip ederiz, yanımızda birileri kamunun mallarını harap eder umurumuzda olmaz ama bu tahripten dolayı ya da başka sebeplerle hizmet gecikir, hükümeti, devleti, valiyi ya da başka yöneticileri suçlarız. Yapmadıklarımızın karşılığını istemekte üstümüzde yok…….

Halbuki yüce dinimiz İslam’ın esasında olaylara karşı duyarlılık vardır. Hangi merhalede bulunursa bulunsun müslümanın yapacağı çok şeyler vardır. Nemelazımcılık, gözü kapalılık reddedilmiştir.

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin yardımcılarıdırlar. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar." (Tevbe Sûresi, âyet: 71) "İsrailoğullarından kafir olanlara hem Davud'un ve hem de Meryem oğlu İsa'nın dili ile lânet olunmuştur. Bunun sebebi isyan etmeleri ve aşırı gitmeleriydi. Onlar, işledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeğe çalışmazlardı. Gerçekten yaptıkları iş ne kötüydü!" (Mâide Sûresi, âyet: 78 - 79)

Hz. Peygamber(sav) de şöyle buyurmaktadır: Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) rivayet etmiştir: "Sizden bir kimse kötü bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ondan nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir." ( Müslim)  Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurur: Numân b. Beşîr (R.A.) rivayet etmiştir:  "Allah'ın çizdiği yoldan gitmeyen kimsenin durumu, gemideki şu insanların durumuna benzer: Bir gemide yolculuk edenler, gemideki yerlerini kur'a ile paylaştılar. Bazısı geminin üst katına, bazısı da alt katına yerleştiler. Aşağıya yerleşenler, su almak için yukarı çıktıklarında, üst kattakilerin yanından geçerlerdi. Bunu önlemek için "payımıza düşen yerden bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek" diye düşündüler. Eğer üst kattakiler, bunları istediklerini yapmakta serbest bırakırlarsa hepsi gemiyle birlikte batarlar. Eğer onları bu tehlikeli işten vazgeçirirlerse, hem kendilerini, hem de onları kurtarmış olurlar." (Buhari¸ (47) Sirket¸ 6¸ III/111. )

Şu hadisi şerif de aslında çok hafif ve basit gördüğümüz fakat aslında sosyal sorumluluk açısından çok önem arz eden bir gerçeğe işaret buyurmaktadır:

 Ebû Said el-Hudri (R.A.) rivayet etmiştir:  "Yollar üzerinde oturmaktan kaçınınız." Yanında bulunanlar,   "Ey Allah'ın Resûlü, yol üzerinde oturmak bizim için gereklidir, çünkü orada konuşuyoruz." dediler. O zaman Resûl-i Ekrem;"Yol üzerinde oturmaktan vazgeçemiyorsanız. öyleyse yolun hakkını veriniz" buyurdu.  "Ey Allah'ın Resûlü, yolun hakkı nedir?" diye soruldu. O da;  "Haram şeylere bakmamak, yolculara eziyet etmemek, verilen selâmı almak, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmaktır" buyurdu.( Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12)

Ya Rabbi! Gelişiyle bizleri şereflendiren bu mübarek ayın hürmetine bizleri iki cihan saadetine kavuştur. Dünyayı çepeçevre saran bu virüs imtihanından ülkemizi ve dünyamızı kurtar.  Aramızdaki kırgınlık ve dargınlıkları bertaraf eyle.