Nimetlere ihtiyacını hissetmek

         Nimetlere mukabil Allah’a teşekkür etmenin üç çeşidi vardır. Birincisi nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmektir. İkincisi nimetlerin kıymetini takdir etmektir. Üçüncüsü de nimetlere ihtiyacını hissetmek hakikatleridir.

          Bu yazımda insanların Allah’ın nimetlerini şuuri olsun ya da şuuri olmasın ihtiyaçlarını hissetmelerinin bir şükür nevi olduğunu izah etmeye çalışacağım. Evet, Allah kâinat çarklarını insanın yaşayışına uygun bir şekilde kalk etmiştir. İnsanı kâinatın merkezinde bir varlık olarak yaratmıştır. İnsana verdiği ve bedenine takmış olduğu azaları ve cihazları da kâinat bostanından istifade edebilecek bir şekilde yaratmıştır. Yani kâinatı insan için uygun insanı da kâinattan yararlanacak bir şekilde uygun yaratmıştır. Bu itibarla şunu diyebiliriz ki insanı kim yaratmışsa kâinat fabrikasını da o yaratmıştır. Kâinatı kim yaratmışsa insanı da o yaratmıştır. Bu hakikat şüphesiz muhakkak bir hakikattir.            

         İnsana verilen cihazların kullanılabilmesi için kâinatta var olan bazı varlıkların olması lazım gelir. Mesela gözümüz bize büyük bir nimet olarak verilmiştir. Fakat gözün görebilmesi için güneşin olması lazımdır. Dolayısıyla o gözü veren kimse güneşi yaratan da odur. O halde şunu diyebiliriz ki gözümüz ne kadar büyük bir nimet ise güneşin olması da onun kadar büyük bir nimettir.

        Mesela Allah dilimizi tat almamız ve konuşmamız için yaratmıştır. Dolayısıyla dünyada ne kadar yiyecek halk etmişse bütün yiyecekleri tanıyıp tartacak ölçücükleri ve programı bu dilimize yerleştirmiştir. Allah dilimizi dünyanın bütün yiyecekleri neyin tadını birbirinden ayırabilecek bir özellikte yaratmıştır.

        Mesela elma ile şeftalinin tadına baktığımızda ikisinin tadının farklı olduğunu fark ederiz. Bundan dolayı dilimiz bir müfettiş gibi bütün nimetler hazinesinde bulunan yiyeceklerin farklı olduğunu bize bildirmektedir. Ömrümüz boyunca tatmadığımız ve hiç görmediğimiz bir meyveyi tattığımızda bugüne kadar tattığımız meyvelerden farklı olduğunu görüyoruz. Burada şunu ifade etmeden geçemeyeceğim. Bu hakikat Allah’ın birliğinin ve her şeyin sahibi O olduğunun açık ve kati bir delilidir. Tevhide en büyük delillerden biridir. Yani o meyveleri kim yaratmışsa dilime bu ölçücükleri de koyan odur. Bir cep telefonunda hesap makinesi programı olmadığı takdirde hesap yapamadığınız gibi dilimizde bütün meyveleri tanıyıp tartacak program olmasaydı elbette o tadı alamazdık. Bu da bize gösteriyor ki her şeyin yaratıcısı Allah olduğu gibi dilimizi de o yaratmıştır.

        Gözümüz ve dilimiz gibi bütün azalarımızın kendilerine mahsus ihtiyaçları vardır. Mesela akciğerimiz için atmosfer, kulağımız için sesler, burnumuz için kokular vs. birer nimet hazinesi olarak yaratılmışlardır.

        Midemiz içinde bütün rızıklar halk edilmiştir. İşte bu rızıkların bizim vücudumuz ve midemiz için ne kadar hayati nimetler olduğunu insan her zaman idrak edemiyor. Bazen de gafletle nankörlük ediyor.

        Ramazan-ı Şerif’te müminler bu kıymettar rızık hazinesinin kendisi için ne kadar lazım olduğunu anlar ve o rızıklara ihtiyacımızın ne kadar şehit olduğunu bize hissettirmesi açısından ramazan orucu çok mühimdir. İftar vaktine yakın kuru bir ekmeğin ne kadar kıymettar olduğunu rızık vasıtasıyla insanın o kuru ekmeye ne kadar ihtiyaç duyduğunu hissetmesi hakiki Şükrün bir esasıdır. İnsan bilse de bilmese de rızıklara ihtiyacını hissetmesi Allah’a bir nevi şükür yükünü geçer. Bu mananın bilincinde olsa daha evladır, daha makbuldür. Fakat şuuru taalluk etmesi dahi ihtiyacını hissetmesi bir nevi şükür hükmündedir.