NARAYAMA TÜRKÜSÜ VE AVRUPANIN KABA GERÇEKLİĞİ

             Narayama Bushiko’nun (Narayama Türküsü Adı ile 1983 Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye Ödülü alan bu japon filmi bir romandan uyarlanmıştır. Konusu 19. Yy Japonyasının gerçeklerine dayanmaktadır. Japonya’nın kuzeyindeki dağ köylerinden birinde sert iklim koşulları nedeniyle yeterli tarım ürünü elde edemeyen ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan köy ahalisi hayatta kalabilmek ve soylarını sürdürebilmek için acımasız bir örf geliştirir. Adı Ubasuteyama olan geleneğe göre köyde 70 yaşına gelmiş ve artık üretime bir katkıları olmadığı düşünülen bireyler, aileye daha fazla yük olmamaları ve arkadan gelenlerin yaşam şanslarını artırmak için, kendi rızalarıyla ailenin gençleri tarafından civardaki Narayama Dağı’nın zirvelerinden birine götürülüp bırakılmakta, soğuk ve açlıktan ölüme terk edilmektedir.

            Bu günün şartlarında çok sarsıcı geldi değil mi. Evet olay gerçekten sarsıcı. Hatta bu romanda geçen Orin Ana isimli kadının dişleri 70 yaşına gelmesine rağmen sağlamdır ve torunu onun çok yiyecek tükettiğini ima edince ön dişlerini taşa sürterek kırmıştır. Sonunda büyük oğlu istemeye istemeye annesini Narayama Dağı’nın tepesine bırakarak köye döner.

          Enformasyon, bilgi, digital çağ adına ne derseniz deyin oldukça baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı çağımızda bu filmde geçenlerden  daha sarsıcı olaylara şahit olmaktayız. İnsanoğlunun başka gezegenlerde hayat aradığı, şu gezegenin şu uydusunda virüs var mı diye araştırmalar yaptığı günümüzde gözle görülmeyen bir virüs tüm insanlığı esir almış durumdadır. Sadece esir almamış; teknoloji, akıl, erdem, yardımlaşma, insanca paylaşım, toplumsal doku, ekonomik örgütlenme vb. batının insanlığa armağanı olarak kabul edilen putların yerle yeksan olduklarına da şahit olmaktayız.

           O batının akıl banileri değil mi ki;  İngiltere virüs sayesinde doğal seleksiyonun olması için virüse hiç müdahale etmemektedir. İtalya yaşı 70 i geçen insanların hastanelere alınmayacağını beyan etmiştir. Bir karabatağı günlerce insanlığın gözüne sokarak Irak işgalinde insancıl bir atmosfer çizen batılı medya bu devletlerin tutumu karşısında üç maymunu oynamaktadır. Genelde doğu medeniyetini özelde de islam dünyasının barbarlığını her fırsatta dile getiren batılı aydınlara ne demeli, devletlerinin tutumu karşısında neden kalemleri yazmaz oldu.

            Bu virüsün bilerek çıkarılmamış olsa da batı medeniyetini temsil eden bazı ülkeler tarafından nüfus kontrolü için bir araç olarak kullanılmak istendiği artık saklanamaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Batının paradigmalarının iflas ettiğini, batı medeniyetinin artık insanlığa verecek bir değerinin olmadığını görmüş oldu tüm insanlık.

             İtalyanın tıbbi malzeme isteğine Avrupa Birliği değil,  Çin cevap vermiştir. Avrupa ailesinin içi boş bir söylem olduğu anlaşılmıştır. Avrupanın dünyaya makyajlayarak pazarladığı çirkin ve pörsümüş yüzü bu virüs sayesinde gün yüzüne çıkmıştır.  Dünya batının kaba gerçeği ile yüzleşmiştir.  Bu kaba gerçeklik tarih okumayı  bilenler için yeni ortaya çıkan bir şey değil. 20.yy.başından beri süregelen emperyalist tutumları bunu göstermiştir. Ama hiç kimse kendi vatandaşını da ölüme terk edeceklerini düşünmemiştir. Bu kadar da olmaz diye düşünenler çoğunluktadır. Aslında Kızılderililerde, Irakta, Myanmarda, Suriyede yaptıkları katliamlar, en son da Yunan sınırında sığınmacılara  reva gördükleri muameleler batının makyajının çoktan dökülmesini sağlamalıydı.

            Tüm mesaisini dünyanın kaynaklarını sömürmeye harcayan bunun için dünyanın en kadim medeniyetlerini gözünü kırpmadan yok eden, zenginliklerini talan eden batıdan başka ne beklenirdi.                                         Paranın hiçbir değerinin olmayacağı ne kadar zengin olsalar da sonuçta tuvalet kağıdına muhtaç olacaklarını bilebilirler miydi. Tüm mesele aslında kaba etlerini yıkamayı bilmeyen bu insanların kendilerini yüzyıllar boyunca medeniyetin tek temsilcisi olarak tanıtmaları ve bunu dünyaya çok başarılı bir şekilde yutturmalarıdır.

         Ataları sığı çobanı olanları alman ilaç şirketine kendi ülkesine gelsin aşıyı orda bulsun diye rüşvet teklif etmeleri batı medeniyetinin kokuşmuşluğunun bir başka göstergesi olarak değerlendirilecektir. Tarih bu virüs karşısında medeniyetin tutumunu not edecektir. Bu kötü örneklerin yanında dünyanın  neresinde olursa olsun vatandaşlarını bulup getiren, ihtiyaç duyan ülkelere tıbbi malzeme sağlayan Türkiye Cumhuriyeti;  aşı çalışmalarını dünya ile eş zamanlı paylaşan, İtalyaya tıbbi malzeme sağlayan Çin’in tutumları insanlık adına umut vericidir. İnsanlığın hala yaşatıldığı güzel örnekler olarak tarihe not düşülmüştür. İnsanlık hafızası vebaya yakalanan vatandaşlarını yakan Avrupayı unutmadığı gibi bu insani davranışları da unutmayacaktır.  Daha adil ve daha insancıl bir dünya yine bu topraklardan doğacaktır.