Bir ayeti kerimede Yüce Rabbimiz(cc) şöyle buyurmaktadır: “ İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.( Necm, 39-40.)
Resulullah (sav) de şöyle buyurmaktadır: “Gönül hoşluğu ile görevini yerine getiren görevli Allah rızası için sadaka veren kimsenin mükafatını alır.”( Buharî, İcare, 1)
Temelinde İman, hedefinde güzel ahlak olan İslâm dini, dengeleri en güzel bir şekilde sağlayan kurallar, ilkeler manzumesidir. İslam, sadece kalp ve vicdanlara mahkum edilmiş bir din olmayıp hayatın tamamına yansıtılması gereken kurallar bütünüdür, asla tecezzi kabul etmez. En büyük amacı; insanları her iki dünya için hazırlayıp dünya ve ahiret hayatının güzelliklerini hâkim kılmaktır. Daha başka bir ifade ile terazinin iki kefesinin eşit olması misali dünya ve ahiret dengesini en güzel bir şekilde sağlayarak iki cihan mutluluğunu tesis etmeyi hedeflemektedir.
Allah Teâlâ dünyayı, insanlar hayatın güzelliklerini çalışarak elde etsinler ve de verilen görev ve yükümlülükleri yerine getirsinler diye yaratmıştır. Bu nedenle meşru sınırlar içerisinde iş yapmak, çalışmak emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Geçim için çalışıp helâlinden kazanmak farzdır." (Keşfu'l-Hafa, 2.c 46)
"Muhakkak sizden birinizin sırtında odun toplaması, herhangi bir kimseden dilenmesinden hayırlıdır; o kimse ister versin, ister vermesin."( Riyazü's-Salihin Trc. 1/568.)
Bir müslümanın, kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseleri geçindirmeğe, borçlarını ödemeğe yetecek kadar helâlinden çalışıp kazanması farzdır.
Mili şairimiz Mehmet Akif de beyitlerinde bu hakikati şöyle ifade ediyor:
Bir baksana, gökler uyanık, yer uyanıktır.
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır.
Kim bu dünyada kazanmazsa bir ekmek parası,
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası
Hiçbir inanç ve düşünce sistemi İslam dini kadar iş ve iş ahlakına önem vermemiştir. Kuran-ı Kerim’in 400’e yakın ayeti kerimesinde iş ve çalışmaya yönelik atıflar bulunmaktadır. İslam dini her konuda olduğu gibi iş ve çalışma hayatına dair bir çok ahlaki esaslar belirlemiştir.
Bu ahlaki esaslar, iş yapan ve işveren çerçevesinde ele alındığında şu hususlar göze çarpmaktadır:
İşi yapan kişi; yüklendiği işe layık olmalı, işine karşı sorumlu davranmalı, helalinden çalışmalı, ücreti hak etmeli ve işin hakkını verme bilincinde olmalı, meşru işlerde çalışmalı, tanınan zamanı iyi değerlendirmeli, iş sahibini mağdur etmemeli, görevleri ifa ederken her türlü ayrımcılıktan kaçınmalı, hile ve tuzaklardan uzak durmalı, kişisel hesaplardan çok toplumsal hesapları dikkate almalı, kalite bilincini korumaya özen göstermelidir.
İş veren kişi ya da kurum ise; meşru ve helal iş yaptırmalı, adalet ölçülerine riayet etmeli, patronluk değil baba şefkatiyle çalışanını korumalı ve en önemlisi de çalışanının hakkını vermeli ve onu her şekliyle muhafaza etmelidir. Daha da önemlisi çalışan ile çalışmayan arasındaki farkı bilmeli, çalışanı teşvik, takdir ve taltif etmelidir. Yoksa çalışana en büyük zulmü ve adaletsizliği yapmış olur.
İş ahlakına riayet çok hassas bir mevzudur. Yeryüzünün imarı ve huzuru buna bağlıdır. Aziz da eder, rezil de eder.
Hz. Peygamber'in beyan buyurduğu şu hadise bu manada oldukça önemlidir: Üç arkadaş yolculukları sırasında yağmura tutulurlar ve bir mağaraya sığınırlar. Derken yuvarlanan bir kaya gelir mağaranın ağzını kapatır. İçinde bulundukları durumu aralarında görüştüler ve içlerinden birisi; "bizi bu durumdan Allah'tan başka kimse kurtaramaz. Her birimiz yapmış olduğumuz iyi bir işi anarak Allah'a yalvaralım, belki kurtuluruz", dedi. İkisi söylendiği şekilde dualarını yaptılar. Her birinin duasından sonra taş biraz aralandı.
Nihayet üçüncüsü "Allah'ım! (biliyorsun ki) ben bir keresinde ücretle bazı işçiler çalıştırdım. Ücretlerini verdim. Ancak biri ücretini almadan gitti. Ben de onun ücretini (ticaret yaparak) çoğalttım. Öyle ki ücreti bir servete dönüştü. Bir zaman sonra o işçi geldi ve bana, 'Ey Allah'ın kulu, ücretimi ver' dedi. Ben de ona, 'şu gördüğün deve, koyun, sığır ve (onlara bakan) köleler hep senin ücretinden meydana gelmiş bir servettir' dedim. Adam, 'Ey Allah'ın kulu, benimle alay etme! dedi. Ben de ona, 'Hayır, seninle alay etmiyorum, (malını al, götür)' dedim. Derken o bunların hepsini sürüp götürdü. Bunlardan bir şey bırakmadı'. Ey Rabbim! Bunu senin rızanı isteyerek yaptıysam şu kaya parçasıyla bunaldığımız şu darlıktan bizi kurtar!" diye dua etti. Kaya tamamen açıldı. Yürüyüp gittiler."( Buhârî, İcare, 2.)
Müslümanlık, Kelime-i şehadet getirmekle başlar. Abdest ve namaz ile taçlanır. Oruç, zekât, hac ile güçlenir.
Bunlarla beraber Müslüman kimse, hayatının her safhasında özellikle kul ve kamu hakları konusunda tavizsiz bir şekilde hareket etmelidir. Başkasının mal, can ve ırzını mukaddes bilir. Hile, haram, aldatma, içki, rüşvet, faiz, kumar, falcılık gibi gayrı meşru işler onun hayatında yer almaz. Emaneti korur, emanet ihanet etmez. Helal olmayan şeylere yaklaşmaz, zulüm yapmaz, hiçbir şekilde malını, bedenini ve kutsal değerlerini geçici şeyler uğrunda heder etmez. Vatan ve milletine bağlıdır. İşinde ve aşında dürüsttür.
Yazımızı bir ayet meali ile bitirmek istiyorum: “Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah`ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur, 37)