21. yüzyılın baş döndürücü hızla değişen dünyasında, toplumsal yapılar ve bireysel kimlikler ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Bu dönüşüm, her ne kadar teknolojik ilerleme ve küresel entegrasyon gibi olumlu yönler sunsa da, insanlığın en temel değerlerinden bazılarını da sessizce erozyona uğratıyor. Yozlaşma, ahlaki çöküş, kaybolan aile bağları ve toplumsal duyarsızlık, bugün sadece Türkiye'nin değil, tüm dünyanın ortak sancıları arasında yer alıyor.
Yozlaşma, yalnızca siyasette ya da ekonomide değil; kültürde, eğitimde ve hatta bireysel ilişkilerde bile hissedilen bir çürüme haline geldi. Türkiye'de son yıllarda sık sık karşılaşılan yolsuzluk iddiaları, liyakatten uzak atamalar ve çıkar ilişkilerine dayalı karar mekanizmaları, bu çöküşün bariz örneklerinden. Dünya genelinde ise benzer bir tablo var: Latin Amerika’da kartellerle iç içe geçmiş siyaset, Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi ve ABD'de yozlaşmış medya yapıları, değerlerin yerini çıkar ilişkilerinin aldığını gösteriyor.
Geleneksel Anadolu ailesi, geçmişte dayanışmanın, sevginin ve ahlaki eğitimin temeli olarak görülürdü. Ancak bugün, ekonomik baskılar, bireyselleşme ve dijitalleşme, aile yapısını temelden sarsıyor. Boşanma oranlarının hızla artması, çocukların ebeveynlerinden çok ekranlarla vakit geçirmesi ve büyükanne-dede figürlerinin giderek etkisizleşmesi bu değişimin en somut göstergeleri. Aynı süreç, diğer toplumlarda da yaşanıyor. Örneğin, Japonya’da “hikikomori” adı verilen evden çıkmayan gençler ya da ABD’de yalnız yaşayan birey oranının yüzde 30’a dayanması, aile kavramının evrildiğini değil, çözülmekte olduğunu gösteriyor.
Eskiden ayıplanan birçok davranış, günümüzde “bireysel tercih” olarak meşrulaştırılıyor. Sadakatsizlik, yalan, şiddet hatta nefret söylemleri; sosyal medyada binlerce beğeni alırken, etik değerler “modası geçmiş” olarak görülüyor. Bu çöküş, yalnızca bireysel değil; kurumsal düzeyde de karşımıza çıkıyor. Eğitim sistemlerinde ahlaki gelişim yerine başarı odaklı yarışlar öne çıkarken, medya yozlaşmayı adeta bir yaşam biçimi olarak pazarlıyor. Toplumlar, giderek daha az empati kuruyor, daha çok tüketiyor ve daha az sorguluyor.
Gazze’de çocuk ölümleri, Ukrayna’da savaş, Afrika’da açlık… Haber başlıklarıyla hayatımıza giriyor, birkaç saniye içimizi burkuyor, sonra bir sonraki videoya geçiyoruz. Bu ‘anlık acı’ kültürü, bizi duyarsızlaştırıyor. Türkiye’de yaşanan deprem felaketlerinde bile bazı insanların selfie çekme derdine düşmesi, insani duyarlılığın ne denli eridiğini gözler önüne seriyor.
Eğer bu gidişat durdurulmazsa, insanlık; bağsız, inançsız, empatisiz ve tamamen bireyselleşmiş bir geleceğe doğru ilerliyor. Ancak umut hâlâ var. Değerleri yaşatan bireyler, küçük ama etkili sivil toplum hareketleri, dijital ahlak savunucuları ve vicdanlı öğretmenler gibi figürler, bu karanlık tabloya ışık tutabilir. Toplumun yeniden inşa edilmesi, ancak değerlerin hatırlanmasıyla mümkün olabilir.
Yozlaşma, kaybolan aile değerleri, ahlaki çöküş ve duyarsızlık; bugünün değil, yarının felaketleridir. Toplumlar bu gidişatı fark etmek ve düzeltmek zorunda. Aksi halde, elimizde kalan sadece ekranlar, boşluklar ve vicdan sızıları olacak. Değer, yeniden inşa edilmesi gereken bir mirastır. Kaybedilmeden hatırlamak dileğiyle...
(Mahsuni İZCİ)