Modernizm ve sekülerleşme ile beraber aile bağlarımızda her geçen gün daha fazla çözülmeler yaşanıyor. İlişkilerin yozlaştığı, insanların manevi olarak evsiz ve yuvasız bırakılıp köklerinden koparıldığı ve değerlerine yabancılaştığı bir topluma dönüşüyoruz. Yeni jenerasyonun evlilikte kriter olarak belirlediği ayrı eve çıkma furyası ile beraber önce geniş aile dağı(tı)ldı. Derken toplumdaki genel yapı çekirdek aileye evirildi. Çocukların sayısal olarak azaldığı, buna karşılık daha problemli ve zor yetiştirildiği bu dönemde konfor en belirleyici etken oldu.

O yüzden çekirdek ailede ebeveynler, çocukları teorik olarak çok önemsiyor gibi görünseler bile, pratikte ayak bağı sayıyorlar. Dikkat edilirse, çocuklar anne ve babanın konfor alanını zorlayıp kısıtlamaya başladıkları an teknolojik aletlerle hemen etkisiz hale getiriliyorlar. Dolayısıyla aslında son yıllarda yetişen nesillerimizin bir çoğunu aile ve toplumdan ziyade 3T Tablet, Telefon, Televizyon (sanal alem) yetiştiriyor.

Sanala kaptırdığımız çocuklarımız hem sahte ve güvensiz kişi ve diyaloglara maruz kalıyor hem de kendilerini sahte kimliklerle tanımlamayı sanki doğru bir iş gibi algılıyorlar. Gerçeklikten kopup sanal ve yalan bir aleme dalan çocuklarımız sosyal hayatta da örfe, kültüre, inanca ve değerlere karşı saygı duymaz hale geliyorlar. Hal böyle olunca istikameti bozulmuş bir toplumda geleceğimiz olan çocuklarımızı koruyup yetiştirmek ve onları geleceğe iyi bir şekilde hazırlamak büyük bir soruna dönüşüyor. 

Bu noktada bilinçlerimizde yaşanan karmaşadan dolayı ölçüyü tutturamadığımız aşikârdır. Kimi anne ve babaların aşırı korumacı yaklaşımına maruz kalan çocuklar adeta bir fanus içinde yaşıyorlar. “Biz yemedik onlar yesin, biz görmedik onlar görsün, biz mahrum kaldık onlar tatsın.” yaklaşımı sonucunda çocuklarda istedikleri ve gördükleri her şeye sahip olma oburluğu yaşanıyor. Bu yanlışla beraber sosyal medyanın ifsadına maruz bırakılmaları yüzünden duygusuz ve doyumsuz nesiller oluşuyor. 

Mutlaka örnekleri vardır hayatımızda, bir oda dolusu oyuncağı olduğu halde yeni gördüğü her oyuncağı isteyen… Çok istediği bisikleti, tableti ya da topu aldıktan bir müddet sonra mutluluk hissini kaybedip yeni mutluluklar arayan… Bulunduğu her ortamda kısa süre içinde sıkılıyorum diye şikayet eden… Yaz mevsiminin bu güzel günlerinde bile doğayı çekici bulmayıp saatlerce telefon ve tablet ekranlarına yapışan... Elinden telefon alınınca ağlayıp sinir krizi geçiren… Ya da zar zor sokakta oynamaya ikna edilen çocukların akranlarıyla uzun süreli oynayamayıp hemen tartışma ve kavgayla oyunu sonlandırmaları.

Maalesef tüm bunlar, sanal ortamlarda yeni (olumsuz) bir kimlik ve kişilik kazanmış olmalarının birer sonucudur. Çocuklarımızda yaygınlaşan bu ruh halinin en önemli sebebi hayatın gerçekliğinden kopuk olan sanal dünyanın hakimiyetine girmiş olmalarıdır. Bu ruh halindeki çocuklar; var ile yoku, kazanmak ile kaybetmeyi, ucuz ile pahalıyı, kavuşmak ile sahip olamamayı birbirinden ayırt edemez duruma geliyor. Bu durum beraberinde muhakeme yeteneği olmayan, elindekinin kıymetini bilmeyen, öz güveni eksik ve karakteri pasif nesillerin oluşmasına yol açıyor. 

Büyük makamlara sahip olsunlar diye çoğu zaman suni ve zorlama yollarla yönlendirmeye yönetmeye çalıştığımız çocukların egoist, bencil ve kibirli olduklarına şahitlik ediyoruz. Egoizmin ve kibrin esaretinden kurtarmanın yolu onları yoksunluk nimeti ile tanıştırıp empati yeteneğini kazandırmalıyız. Evet, yoksunluk bir nimettir çünkü her şeye kolayca ulaşabilir olmak çocukları doyumsuz bir canavara dönüştürebiliyor.

Hayatın gerçekleriyle yüzleşme imkanı olmayan bu çocuklar; çiçeği böceği sevme, toprağa temas etme hatta yere düşüp acıyı hissetme tecrübesinin eksikliği ile büyüyor. O vakit üretebilen, kendi başlarına kararlar verip risk alabilen kişiliklere sahip olamıyorlar. Çocuklarımızı her geçen gün hakikat dünyasından koparıp sanal dünyaya mahkûm eden bu gidişata karşı doğru bir bilinçlendirmeye çok ihtiyacımız var. Çünkü sanal çocukların erdemli bir insanlık ailesinin kuruluşuna ve merhametli bir toplumun oluşumuna katkısı mümkün olmayacaktır.

CHP Çanakkale'den 'Kazdağları' çağrısı CHP Çanakkale'den 'Kazdağları' çağrısı

Çocuk, ilk şekillenmesini aileden alacağından dolayı ebeveynlere ciddi roller düşmektedir. Çünkü çocuğun kozasını ören ilk mimar anne ve babadır. Yani çocuğun şahsiyetini meydana getiren en önemli kurum 'aile'dir. Aileyi insan ilişkilerinin sergilendiği bir sahne gibi düşünebiliriz. Aile ve daha özelde anne ve baba bu sahnede ne kadar iyi ve güçlü karakterleri canlandırırlarsa çocuk da o kadar iyi ve güçlü bir şekilde yetişmiş olacaktır.  

O halde anne ve babalar olarak önce bizler bu konuda bilinçli ve tutarlı davranmalı sonrada çocuklarımızı sanal dünyadan kurtarıp gerçek hayatla yüzleştirmeliyiz. Evlatlarımız için fedakarlık yapacağız diye ölçüsüz sıkıntılara girip çoğu zaman hem kendimiz, hem de onlar için hayatı yaşanılmaz kılmaktan vazgeçmeliyiz. Oysa en doğal ve doğru olan küçük yaştan itibaren onları ailenin ve hayatın gerçekliği içinde yoğurmaktır. Sanalın etki alanından uzaklaştırıp sevgi ve saygı, doğruluk ve güven, hak ve adalet, fedakarlık ve paylaşma gibi değerler ile büyütmektir. Böylece hem hayatla barışık olup sorumluluk alırlar hem de kendi deneyimleri ile yaşamın kıymetini bilirler.

Sözün özü; Maalesef dün cahiliyenin döneminin bilgisizliği yüzünden insanlığın yüz karası kimi tipler kız çocuklarını diri diri toprağa gömdüler. Bugün de modern cahiliyenin yaşandığı bu çağda ailelerin ilgisizliği yüzünden çocuklarımız sanal alemin dipsiz kuyularına gömülüyor. Eğer çocuklarımızı sosyal ağların pençesinden ve ekranların cazibesinden çekip kurtaramazsak sanal alemin insafsızlığı hepsini özünden koparıp tanınmaz hale getirecek. İşte o zaman da çok can yakıcı soru olan “çocuklarımız sanal mı gerçek mi?” ifadesi ile yüzleşmek zorunda kalacağız…