BİR VİRÜSÜN İNSANA VERDİĞİ MESAJLAR

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٤١﴾

İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor”. (Rum: 41)

İnsan nesli yapıp ettiklerinden sorumlu bir varlıktır. Bu durum, onun akıl ve idrak sahibi olmasından, dolayısıyla mükellefiyet sahibi olmasından kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki ayet sorumluluğunun gereklerini yerine getirmediğinde insanın karşılaşacağı sorunlara dikkat çekmektedir. Buna göre insan, denizde ve karada elleriyle işledikleri şeyler yüzünden düzenin bozulmasına neden olmakta, bunun sonucunda bir takım ibret verici durumlarla karşılaşmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Kur’an Yolu” adlı tefsirinde bu ayetin tefsiri bağlamında şunlar kaydedilmektedir: “Bu âyetin, karada ve denizde bozulmanın ortaya çıkmasıyla ilgili kısmı hakkında tefsirlerde yer alan belli başlı yorumlar şunlardır: Karada ve denizde tufan çıkması endişesi; bazı arazilerin bitki bitirmez duruma gelmesi ve tatlı suların tuzlu su haline dönüşmesi; gerek şehirlerde gerekse kırsal kesimde bozulmanın yaşanması (Arap dilindeki mecazi bir kullanıma dayanılarak buradaki “deniz” anlamına gelen bahr kelimesi “yerleşim merkezleri ve şehirler” şeklinde yorumlanmıştır); kaynak sularının azalması; kıtlık, yangın, sel gibi felâketlerin ve ölümlerin çoğalması; geçim sıkıntısının artması, her şeyin bereketinin kaçması (Taberî, XXI, 49-50; Zemahşerî, III, 205-206; Râzî, XXV, 127-128). Âyetin “insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden” şeklinde tercüme edilen kısmı da genellikle, “işledikleri günahlar ve yaptıkları haksızlıklar sebebiyle” biçiminde yorumlanmıştır. Bazı müfessirler ise bu âyet ile önceki âyetler arasındaki mâna ilişkisini şöyle izah etmişlerdir: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı kesinlikle yerin de göğün de düzeni bozulurdu” (Enbiyâ 21/22) anlamındaki âyette şirk inancı, bozulma ve kaos sebebi olarak gösterilmiştir; önceki âyetlerde şirke saplanıp kalanlardan söz edildiğinden burada insanların bu tutumunun kısmen ilâhî bir cezaya çarptırılması mânası taşıyan bozulmaya değinilmektedir (Râzî, XXV, 127).”

Aynı tefsirde Batı dünyasında doğup büyümüş ve batıyı çok iyi tanıyan Muhammed Esed’in şu açıklamalarına yer verilmiş ki biz de aynısını aktaralım: “Böylece, günümüzde korkunç bir şekilde –üstelik henüz kısmen– ortaya çıkan doğal çevremizdeki yoğun çürüme ve tahribat, burada ‘insanın kendi yapıp ettiklerinin bir sonucu’, yani insanın, kendini tahrip eden –çünkü katı materyalist bir temele dayanan– teknolojik gelişmelerin ve insanlığı daha önce hayal bile edemediği ekolojik felâketlerle karşı karşıya getiren çılgınca faaliyetlerin bir sonucu olarak öngörülmüştür: Toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması; yaygın uyuşturucu ve görünürde ‘faydalı’ ilâç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı birçok hayvan türünün giderek yok olması. Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulmayı ve çürümeyi, cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti ve son aşamada nükleer dehşeti ilâve edebiliriz. Bunların tamamı, son tahlilde, insanın Allah’a ve mutlak mânevî/ ahlâkî değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine, ‘maddî ilerleme’yi tek önemli hedef sayan inançlara tutsaklığının bir sonucudur” (II, 828-829). Bu bağlamda, ürkütücü sonuçlarıyla dünya gündeminde ağırlıklı bir yer tutan ozon tabakasının delinmesi sorununun tam olarak âyetteki ifadeyle örtüştüğünü yani “insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden” ortaya çıkmış bir bozulma olduğunu da canlı bir örnek olarak hatırlamak gerekir.”

Meşhur Fransız Müslüman Rogery Garaudy de “İslam ve İnsanlığın Geleceği” adlı kitabında bugünkü dünyanın kendi kıyametini kendi elleriyle koparmak için son hızla çalıştığını ifade eder. Onun bildirdiğine göre insanlar sahip oldukları bilimsel ve teknolojik imkânlarla içinde yaşadığımız dünya kadar yetmiş dünyayı tahrip edebilecek potansiyele sahip olmuştur. İşin gerçeği büyük devletler,  zengin milletler,  otoriter yöneticiler ve imkânı geniş bilim adamları gece gündüz bu tür kıyametleri koparmak için gayret göstermektedirler.  Bu durum karşısında Roger Garaudy’nin hem Müslümanlara hem de batılı insanlara eleştirileri, daha doğrusu uyarıları vardır. Bu kitabında, önce Batılılara ve dünya insanlığına, sonra da müslümanlara seslenir. Batılılara ve insanlığa seslenirken, İslam'ı bütün yüceliği ve eşsizliğiyle tanıtır ve bu dini onların mutlaka tanımalarını ister. Bu arada dünya entellektüellerine de seslenir ve onlara İslam'ı en çarpıcı yönleriyle takdim eder. İslam âlemine seslenirken de, Müslümanları her bakımdan uyarır, tenkit eder. İslam'ın geçmiş çağlardaki parıltısına ve ışıltısına bu dini yeniden kavuşturmaları için ne yapmaları gerektiğini onlara söyler.

Ancak insanlar öteden beri doğru ve haklı nasihatlere önce kulaklarını tıkar, çoğunlukla alay ederler.  Hatta adalete, merhamete,  ahlaka,  iyiliğe çağıranları tehdit eder,  döver, kovar, öldürür. Bununla yetinmez dünya hayatını düello meydanına,  savaş alanına,  kan ve barut fıçısına,  cehenneme çevirir. Böylece Sünnetullah dediğimiz düzeni bozar, felaketlere ve musibetlere sebep olur. Hatta kendi eliyle felaketlere davetiye gönderir, kısacası bu güzel dünyaya gelen insanları doğmaktan pişman eder. Dünyada Yüce Allah’ın kurduğu ilahi düzenin insan eliyle bozulması, birçok tabii afete de davetiye çıkarmaktadır. Ozon tabakasının delinmesi, ekolojik dengenin sarsılması, savaşlar neticesinde şehirlerin yıkılması, ülkelerin harabeye çevrilmesi, kimyasal ve nükleer silahların, atıksal malzemelerin, atmosferi bozan atıkların her tarafa yayılmasının bu düzene verdiği zararı bilim adamları sürekli olarak hatırlatmaktadırlar. Ama ne yazık ki yöneticiler de, yönetilenler de her defasında ihmalkârlık maskesinin arkasına gizlenerek ekonomik ve ideolojik hırslarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.

İçinde yaşadığımız günlerde de böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Corona adlı bir virüs sebebiyle dünya tedirgin hale gelmiş, herkes payına düşen korku, tedirginlik, acı ve merak işkencesinden payını almaktadır. Devletler asırlık hedeflerini, şirketler istikbale yönelik planlarını, insanlar işini gücünü bırakıp mikroskopla bile görülmesi zor olan küçücük virüse karşı varını ve yoğunu harcayıp ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Olayın hikâyesi çok kısadır: Bir virüs çıktı, yüz binlerce insan hastalandı, binlerce insan öldü, milyonlarca insan korku ve tedirginlik içine düştü ve milyarlarca dolar harcandı!

Bu virüsün sebep olduğu bulaşıcı hastalıklar konusunda irşad ve hidayetine en çok muhtaç olduğumuz insan Hz. Peygamber Efendimiz’dir. Âlemlere rahmet olan Peygamberimizden bulaşıcı hastalıklar konusuna ışık saçacak şekilde veba ve taun hastalığı ile ilgili bir takım hadisler rivayet edilmiştir. Buhari'nin "Kitâbü'l-Enbiya'' bölümünde; Taun (veba) şöyle tanımlanıyor: Vücudun dirsek, koltuk, el ve parmak gibi yerlerinde çıkan ve şiddetli ağrılara, şişkinliklere sebep olan yaralardır. Yaranın etrafı siyah, yeşil veya menekşe rengi olur. Hastada kalp çarpıntısı ve kusmak gibi arazlar görünür. Hadis  kitaplarımızda bu “veba” veya “taun” adı verilen salgın hastalıklar konusunda yaptıkları rivayetlerden birkaç  tanesini  burada arz edelim:

Usame'ye: Taun hakkında Resulullah  (s.a.v.)'den ne duydun? diye sorulmuş. Usame de:
Resulullah(s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Taun (veba), bir azaptır. Beni İsrail'den bir kavme, yahut sizden önce geçen bir ümmete gönderilmiştir. Siz bir yerde o (nun çıktığı)nı duydunuz mu, o taunlu yere gitmeyiniz! İçinde bulunduğunuz bir yerde de taun zuhur ederse, ondan kaçarak oradan çıkmayınız!" (Buhari, C.9, H.no: 1417, s. 206, 207.)

Hz. Aişe'den gelen rivâyete göre, Aişe: Resulullah (s.a.v.)'e, "taun"dan sordum da bana şöyle cevap verdi: "Taun (veba), şüphesiz bir azaptır; Allah dilediği kuluna gönderir. Yine muhakkak ki, Allah, taunu mü'minler hakkında şehadet vesilesi kılmıştır. Bir yerde taun zuhur eder de orada bulunan bir mümin, sabrederek, sevab umarak, bu taun yalnız Allah'ın takdir ettiği kimseye isabet eder, kanaatini besleyerek- bulunduğu şehirde kalırsa, muhakkak Allah ona şehit ecrinin misli sevap takdir eder." (Buhari, C.9, H.no: 1418)

Avf ibn-i Malik'den rivayet olunduğuna göre, şöyle demiştir: Nebi(s.a.v.) Tebuk gazasında meşinden (ma'mul) yuvarlak bir çadır içinde iken huzuruna girdim.
(Görüşürken bana dedi ki:) "Kıyametin kopması yaklaştığı sıra (onun alametlerinden olmak üzere şu) altı şeyi say:

1) Benim ölümüm,

2) Beyt-i Makdis'in fethi,

3) (Taun-veba) ki, koyun kırımı gibi o sizi yakalayacaktır.

4) Mal çokluğu ki, siz, bir kişiye (karşılıksız) yüz dinar verseniz bile (yine az ve küçük görerek) hoşnutsuzluğu ve husumeti sürüp gidecektir,

5) Bir fitne ki, Arap evlerinden girmediği hiçbir ev kalmayarak muhakkak girecektir,

6) Sizinle Benu Asfer (denilen Rum) arasında akdolunan bir sulh ki, düşmanlarınız musalahayı müteakip hıyanet ve nakz-ı ahd ederek üzerinize -her bayrağın altında on bin nefer olmak üzere- seksen kumandanın bayrakları altında üzerinize saldıracaklardır." (Buhari, C. 8, Hadis no: 1313, s. 472, 473.)

Görüldüğü üzere Hz. Peygamber Efendimiz çağımıza da ışık saçacak çok önemli bilgiler vermiştir. Bu bilgileri elbette ki nübüvvet nehrinin kaynağı olan vahiy pınarından almıştır. Hepimiz bu olay vesilesiyle düşünüp taşınmalı, bir özeleştiri yapmalı,  geçmiş plan, proje, hedef ve amaçlarımızı gözden geçirmeli ve bu olaydan birçok ibretlik mesajlar çıkarmalıyız.  Bu çevrede biz de burada birkaç önemli hususa dikkat çekmek isteriz:

  1. İslam’ın getirdiği el yıkama, dişi misvak etme, abdest, teyemmüm, gusül alma, hela adabına uyma, yemek öncesi ve sonrasında el, ağız, yüz temizliği yapma ile ilgili hükümlerine uyularak günlük, haftalık rutin temizlikler yapılmalı, bu şekilde vücut hem her türlü maddi mikrop ve virüslerden korunmalıdır.
  2. İslam’ın getirdiği namaz, oruç, hac, tefekkür, tedebbür, zikir, dua gibi ibadetlerinde ihmalkârlık yapılmamalı, günlük, haftalık, aylık ibadetler eda edilmeli, bu sayede ruh ve maneviyat tezkiyesi yapılmalıdır.
  3. İslam’ın getirdiği helal yiyecek ve içecekler tüketilmeli, murdar et, iğrenç yaratıkların eti, zehirli yiyecek ve içecekler, domuz, karga, şahin gibi kan, leş, pislik yiyen yırtıcı ve iğrenç hayvanların etleri tüketilmemelidir. Köpek, timsah, yılan, fare, solucan gibi iğrenç şeyler artık tüm dünya ülkeleri ve milletleri tarafından tüketim malzemeleri listesinden bir an önce çıkarılmalıdır.
  4. Dünyanın temiz yapısına zarar veren, ozon tabakasını bozan, bitki, hayvan, insan yapısını zayıflatan, böylece ekolojik ve biyolojik dengeyi bozan, ifsad eden her türlü eylem, icraat, üretim ve imalat derhal terk edilmelidir.
  5. Aids gibi hastalıklara neden olan homoseksüel ilişkiler, lezbiyenlik, zina, fuhuş gibi İslam dininin yasakladığı ilişkilerden azami derecede kaçınmalıyız. İffet, namus, ırz mefhumlarını unutmamalı, helal dairesinde yaşamalıyız.
  6. Dünyada yeniden bir barış ortamı kurulması için, insanı öldürmekten ve fakir duruma düşürmekten vazgeçmeli, ülkeleri yıkıp harabe hale getirmekten, çocuk, yaşlı, insan, hayvan demeden herkesi hayat hakkından mahrum bırakan savaş politikaları terk edilmeli, öldürücü silahları üretme sevdasından vaz geçilmeli, biyolojik, kimyasal, nükleer öldürme gücünü arttıracak yeni yeni icadlar yapılacağına insanlara ve hayvanlara şifa verecek, hastalıkları ortadan kaldıracak, geçmiş virüslerden koruyacak, gelecekteki muhtemel hastalık ve virüslere engel olacak çalışmalar başlatılmalıdır. İnsanın ortak sermayesi olan bütçeler, mallar, imkânlar daha çok insan öldürme plan ve projelerine değil, insanı daha mutlu, daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü yaşatacak plan ve projelere harcanmalıdır.
  7. Dünyanın geldiği son noktada artık inanca, ibadete, ahlaka ihtiyaç yok dercesine gelişen ateist ve deist eylem ve söylemlere son verilmeli, bilim putuna inanıp dine ihtiyacımız yok, Kur’an’ın inmesi bize bir fayda sağlamadı, Peygambere ve sünnetine ihtiyacımız yok şeklindeki bir takım iddialar ve sanılar terk edilmelidir. Özellikle ilahiyat camiasında olup oryantalist ve modernist iddialar üreterek korona virüsü gibi halkın her türlü değerine savaş açan akademisyenler içlerindeki manevi virüsleri silmelidirler. Şifa, hihayet, rüşd, adalet, merhamet, tevhid ve insaniyet dini olan İslam’ı bir bütün olarak yaşama azim ve iradesini göstermeliyiz.

Son olarak bütün insanlığın dikkatini şu hadise çekmek isterim:

Abdullah bin Ömer –radıyallâhu anh- şöyle nakleder:“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize yönelerek şöyle buyurdu:«Ey Muhâcirler cemaati! Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olduğunuzda, -ben sizin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım-. Onlar şunlardır:

  1. Bir milletin içinde zinâ, fuhuş ortaya çıkıp nihâyet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka aralarında vebâ salgını ve daha önceki milletlerde vukû bulmamış başka hastalıklar yayılır.
  2.  Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet, mutlaka kıtlık, (bereketin kalkması) geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezâlandırılır.
  3. Mallarının zekâtını vermekten kaçınan her millet, mutlaka yağmurdan mahrum bırakılır (kuraklıkla cezalandırılır. Hattâ) hayvanları olmasa onlara hiç yağmur yağdırılmaz.
  4.  Allâh’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlü’nün sünnetini terk eden her milletin başına mutlaka Allah kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindekilerden bir kısmını alır.
  5. İmamları Allâh’ınKitâbı ile amel etmeyip Allâh’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe, Allah onların hesâbını kendi aralarında görür, (yani fitne, fesat ve anarşi belâsına mâruz kalırlar.)»” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623)

Netice olarak ellerimizi açıp  tevbe etmeli,  bu tür  bela ve felaketlere karşı hem Allah’tan yardım dilemeli hem de  görev ve sorumluluklarımızı daha güçlü bir duygu ve iradeyle  hatırlayıp her türlü tedbirimizi almalı,  ileriki aykarda ve yıllarda bu badireyi atlattıktan sonra hidayet kitabı olan Kur’an’ı daha büyük bir  şevkle uygulamalı, hidayet rehberi olan Hz. Muhammed’in sünnet-i  seniyyesine daha büyük bir  arzu ile  sarılmalı, hidayet dini olan İslam dinini evimizde,  ailemizde, çevremizde,  ülkemizde ve dünyada yaşamalıyız. Ne mutlu Rab olarak Allah’a,  Nebi ve Rasul olarak Rasulullah’a, din olarak da İslam’a razı olanlara!